17 Kasım 2012 Cumartesi

çocukların ölmesine izin verme Allah'ım. masum insanların ölmesine izin verme.

13 Kasım 2012 Salı

bazenleri.




çok çaresiz hissederiz. ne yapacağımızı bilemeyiz. yaşadıklarımız bizi büyük yanlışlıklar yapmaya sürükler ve işte o zaman doğruyu bilmenin ağır yükünü hissederiz.

Allah'ım, ne kadar da ağır...

3 Kasım 2012 Cumartesi

bi keresinde.

tren bekliyorduk. 2 kişiydik ama bazen başkaları yanınızdayken de yalnız kalırsınız. neyse. orası gerçek bir tren istasyonu, tıpkı filmlerdeki gibi; eski. karşıda yol boyu yaprakları kurumaya başlayan upuzun ağaçlar var ve kuru yeşil yaprakların arasından deniz görünüyor. öyle güzel ki. rüzgarın yaprakları hışırdatması bir de, o da çok güzel. rayların aralarındaki taşlar, onlar da çok güzel. öyle anlarda bütün güzelliği tamamlayabilmek için belki de, yan yana oturan mutlu bir çift muhakkak olur ve onlar da çok güzel. elif de çok güzel. beyaz tenli ve bol yanaklı. yan tarafta tek başına oturan yaşlı bir amca. zamanını kaldırımlarda oturup insanların para atmasını beklermiş gibi bir hali var. üstü başı kir içinde ve yırtık. elinde uzun bir baston. yüzü de çok kirli. ama o da çok güzel. "çocukluğunu bilirim ben bu tren istasyonunun" der gibi bi bakışı var ama sanki tren istasyonu dünyanın en bahtsız çocukluğunu geçirmiş; öyle bir bakış. çok güzel bir bakış. her şey çok güzel ve herkes. uymayan tek bir  parça var. hep sığmaya çalışıyor ama olmuyor bir türlü. küçük belki. ya da büyük geliyor. içi sığmıyor. içini sığdıramıyor bir türlü. belki de herkes böyledir. belki de birinin daha cesur davranması gerekiyorsa birilerinin bıyık altı kikirdemeleri pahasına o cesareti gösterip o kişi olmalı ve amcadan başlayıp insanların hepsiyle konuşmak gereklidir.

"çocukluğunda gerçekten çok mu acı çekti tren istasyonu amca, babası hiç sevmedi mi onu? yoksa bakışlarınızı mı anlayamadım ben? anlayamıyor muyuz birbirimizi? neredeyse yan yana oturuyoruz ama hissedemiyor muyuz? siz miydiniz yoksa tren istasyonu çocukken çok acı çeken? siz ona sarılmadınız da o mu size sarıldı yoksa?"

"içimde bir şey var; anlatmayı bile beceremiyorum. benden öyle büyük ki. bana kendimi öyle şımarık hissettiriyor ama onu umursamayıp gülerek hayatımı devam ettirmeye çalıştığımda da öyle yakıyor ki canımı dikkat çekebilmek için. size de oluyor mu?"

ben şımarık değilim oysa ki. evin en küçüğü değilim. tek kardeş hiç değilim. aldırmadan gülebiliyorum üstelik. ama içimi acıta acıta inadına canımı yakmasa...

aah. tren istasyonu. rahatsız ettiysem, afedersin.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

687291023745672851923 tane şey birikti ama zerre kadar yazasım yok. içime içime biriktirip bir gün patlayacağım zannımca. neyseki tivitır filan var.

18 Haziran 2012 Pazartesi

salak gibi özlemek, hâlâ deli gibi sevebilmek filan değil bu; başka bir şey. nitekim öyle bir insanı sevebilmem ve özleyebilem mümkün değil, değil mi? ama başka bir şey var işte. belki iyi bir şeyler yaşama özlemi; ama içimi acıtan, ama beni ağlatabilen, ama kendimi "keşke bunları yapmasaydı da karşılaşınca boynuna sarılıp ağlayabilseydim" diye düşünürken bulunca kendime sövdürten. biraz kızgınlıkla karışık. içimize sine sine özleme hakkımızı elimizden almasaydılar bari mesela. kendimizi 1 sene sonra hâlâ bu kadar çaresiz hissetmeseydik.

17 Haziran 2012 Pazar


biz bangır bangır anneler günü babalar günü kutlarken bir yerlerde insanlar bizim her kutlamamızda annelerini babalarını kaybetmenin acısını bir kere daha yaşıyorlar. biz etrafa sevgi neşe mutluluk dağıttığımızı zannederken aslında bazılarının sadece canı yanıyor / canlarını yakıyoruz.

öyle bir dünya işte. garip.


o kadar şeyi yaptı yaptı yaptı, hepsi de yanına kaldı, şimdi de hiç gocunmadan çekinmeden istanbul'a geldi sevgilisiyle fink atıyor. buraya kadar herkese göre normal; ama süheylâ eyvah ya görürsem ya karşılaşırsak bunalımına girince bıdı bıdı. garip olan benim kafama takmam değil, onun sanki 3 sene birlikte olmamışızcasına rahat davranması. ilayda da istanbul'da olmadığı için kimseyle konuşamıyorum çünkü şu bir gerçek ki insanlar başlarına gelmeyen şeyi asla anlayamıyorlar fakat anlayamamakla kalmayıp yargılamaktan ve moral bozmaktan da hiç çekinmiyorlar. içimize içimize atmak zorunda olmamız çok kötü. 15 gün mesajlaşıp sevgili bile olmadığı bir çocuğu unutamayan kızlar karşımıza geçip "NAPALIM ÜZÜLMİCEKSİN KABULLENCEKSİN O MUTLU OLDU YAPTIKLARI DA YANINA KALDI AMA SENİN KADERİNDE BOKU YEMEK VARMIŞ ARTIK SURATINI ASMAKTAN VAZGEÇ VE EĞLEN BİRAZ" dediğinde böyle suratlarına okkalı bi tokat yapıştıramamak çok kotü. yapabileceğimiz bazen sadece en yakındaki tuvalete kapanıp ağlamak, sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden insanların arasına çıkıp güç gösterisi yapmak.

EVET O KADAR GÜÇLÜYÜM Kİ FERİŞTAHI GELSE BENİ YIKAMAZ HEYO HAVALAR DA ISINDI ARTIK HAYAT BANA GÜZEL DOSTLARIM GEZİYORUM VE EĞLENİYORUM ALPER'LE ŞILLIK SEVGİLISİNİ GÖRÜRSEM DE GÜLER GEÇERİM ÇOK DERT DEĞİL MİDE AĞRISINDAN UYUYAMAMAK GİBİ BİR PROBLEMİM DE YOK; KAFAYI YASTIĞA KOYAR KOYMAZ UYUYORUM VE ALIŞVERİŞ YAPMANIN BENİ MUTLU ETMESİNE İZİN VERİYORUM MUTLULUĞUMA NAZAR DEĞMESİN DİYE DE BEYNİMİN DÜŞÜNME FONKSİYONUNU ASLA KULLANMIYORUM YİYİP İÇİP EĞLENİYORUM SADECE GÜLÜYORUM AYAKTA UYUTULMUŞ OLMAK VE BANA YAPILANLAR HİÇ AĞRIMA GİTMİYOR, HAZMETME SIKINTISI DA ÇEKMİYORUM.
ÇOK MUTLUYUM.

23 Mayıs 2012 Çarşamba



telefonda arkadaşımla konuştum bugün. "ya iyisi mi ben yurda geçeyim, burdan daha beter olamaz nasılsa." dedim. o da bana "her daha kötüsü olamaz dediğinde senin için olabilecek daha kötü muhakkak var, farkına varamamış olamazsın değil mi?" dedi.

babam dindarlıkta gelinebilecek son noktalardan birinde olduğu için ve de bir baba olduğu için bu durumu ancak "yani şanssız demeyelim de; bazı insanların kader çizgileri ee yani ııı.. yani...." diye açıklayabiliyor. ama ee'den, ıı'dan sonrası gelmiyor mesela.

yeteri kadar anlatabildim mi ?

2 sene cemaat çilesi çekip fırsat bulduğum an "ay hadi kurtuldum bundan sonra artık her şey çok iyi olacak." deyip en yakın lise arkadaşlarımın yanına sığındım; şimdi bu sefer bunlar daha beter canımı okuyorlar. üstelik, yemin ederim, hiçbir suçum yok.

ne yapayım şimdi ben? insan çok dua ederse, hep etmeye devam ederse, ama her seferinde aynı şey olursa o zaman çaresiz hissetmez mi insan? umudu tükenmez mi hiç insanın? o da zaten başımıza gelebilecek en kötü şey değil mi?

20 Mayıs 2012 Pazar



yazmanın rahatlatıcı etkisini de tek harf bile yazamadığım zamanlarda fark ettim. şimdi de sırf biraz içimi dökebileyim diye zoraki yazıyorum. içimde tanımlayamadığım ilginç bir hal var. -çok arabesk olacak diye çektiğim acıların diyemiyorum- yaşadıklarımın beni olgunlaştırması mı diyeyim, büyük dibe vuruş öncesi sessizlik mi diyeyim, artık çoktan içime içime çökmüş olmak mı, yoksa acaba gerçekten önceden yeterince isyan edip bi faydasını da görememekle kalmayıp artık dersini alıp akıllanmış olmak mı, bilmiyorum.

yine yazamıyorum. huzur çok önemli, çok.
dua ederken hayırlısı demeyi her seferinde unuttuğumuz için oluyor sanırım bunlar. o cehennemlerden kurtulayım dedim, elime fırsat geçti hemen toparlandım çıktım ve ailemin izin vereceği yegane insanlar olan 2 lise arkadaşımın evine geldim. denize düşen yılana sarılıyor çünkü. ama ben zannediyordum ki her ne kadar bu ev okuluma 1buçuk-2 saat mesafede de olsa burada huzur bulabilirim. öyle değilmiş işte. sağ olsunlar geldiğime bin pişman ettiler. şimdi burada anlatamıyorum da ne olduğunu ama yakın çevremdeki herkes -ortak arkadaşımız olanlar da dahil- durumdan haberdar ve onların yorumu da benim bahtsız bedevi olduğum yönünde. çünkü gerçekten elimden gelebilecek hiçbir şey yok. insanın yaşadığı yerde huzurunun olması çok önemli bi'şey gerçekten. bir gün ben de "falanca yerde kalıyorum keyfim de yerinde oh valla ya" diyebilen birisi olabilecek miyim çok merak ediyorum.

15 Mayıs 2012 Salı

hadi en baştan başlayalım.

önce biraz huzura ihtiyacım var. sınavları ve psikoloji zirvesini atlattım, anneme gidiyorum. 2 gün boyunca dizinin dibinde ayrılmama kararı aldım. ayrıca deniz yolculuğu mükemmel. idobus'ü kim buldusa helal olsun. dilerim bir gün biri istanbul'dan izmir'e sırf deniz yoluyla gitmeyi de icat eder. ben şimdi anneme gidiyorum.

yolculuk güzel.

13 Nisan 2012 Cuma

impasibıl iz nating.


şimdik sizinle güzel bir şarkı paylaşayım, sanki gerçekten ailenizin fransa'nın güneyinde bir evi varmışcasına dinleyip neşelenin, akşama da bir insanın hayatının 1 hafta içinde imkansızlıkları aşıp ne kadar değişebileceğini anlatayım. ama şunu da gitmeden söylemek isterim ki, eğer imkansız olduğunu düşündüğünüz ve bu yüzden canınızı sıkan bir şey varsa sizi temin ederim imkansız diye bir şey yok, canınızı sıkmayın.




yeni evimden sevgiler! :)

30 Mart 2012 Cuma

anneli babalı.




annelerin öldüğü filmleri sevmiyorum. bence anneler ölmemeli. ama sırf babalı filan diye gittim filme.

kadının ölmeden önce kocasını boynuzlamış olması dramı hafifletti. aslında biraz değişik. aslında şöyle bir gerçek ki filmleri izlerken filmdeki sahnelerle kendi hayatlarımızın sahnelerini bağdaştırız. yani en azından ben öyle yaparım. o yüzden film izlerken benim hayatımla bire bir örtüşemese de, yani benimkisi kadar olmasa da ailesiyle ilgilenmek, onlara zaman ayırmak gibi huyları olmayan über meşgul bir baba/koca; aynı zamanda aldatılan bir adam gördüm orda. aldatmayı hak etmek gibi bir şey olduğuna inansaydım "ama hak etti aptal herif" derdim ama hiç kimse aldatılmayı hak etmez. o yüzden kadına biraz kızdım. ama  bir yandan da onu da düşünüyorum, ki gayet iyi düşünebiliyorum, her insanın ilgiye ihtiyacı var. tabiki o yaşta bir kadının cinsel ihtiyaçları olduğunu da göz önünde bulundurursak aslında yaptığı çok insani bir davranış. bunlari çıkartırsak filmin bize empoze ettiği kadının kötü olduğuydu. ama nolursa olsun belli sahnelerde sadece ölüm döşeğinde bir "anne" vardı filmde. o yüzden çok ağladım. çünkü benim annem ağır şeker hastası. ve ben alex ya da scottie olsaydım, (annem o olsaydı diyemiyorum) -olsaydım odaya tek başıma girip "bu dünyada sana çok gördükleri mutluluğu orada bulacağın için çok mutluyum ama sensiz bu dünyaya katlanmak çok zor olacak o yüzden mutsuzluğum hiçbir zaman geçmeyecek" derdim. sonra birileri beni zorla ayırana kadar sarılıp ağlardım. evet baba önemli bir şey, ama anne çok daha çok önemli bir şey. belki de elimde kalan o olduğu için bana öyle geliyordur, bilmiyorum. ama onsuz olmaz. ve bir gün Allah artık bana bunu da yaparsa, sanırım o zaman yaşamak için hiçbir sebebim kalmamış olur. Allah korusun.

29 Mart 2012 Perşembe

şuan çok açım ama yemek yemek için kalkıp mutfağa gitmem lazım, bu çok zor. ardından kalkıp dişimi fırçalamam lazım, bu çok çok çok zor. yemek yemesem aç uyumaya razı olsam da kalkıp yatağa gitmem lazım, bu da çok zor. o yüzden saatlerdir hiçbirine cesaret edemiyorum ve sadece öylece oturuyorum. çok açım ve uykum var.

28 Mart 2012 Çarşamba

başlıksız.




bir arkadaşım konuşurken "hayatın bana attığı en büyük kazık...." diye başlayan bir cümle kurdu. anında kendimi sorgulamaya başladım ve hayatın bana attığı en büyük kazığın 20 senede 8 şehir, 13 de okul değiştirmesi olduğuna karar verdim. küçükken insan garip bir durumun içinde olsa da fark edemiyor pek o garipliğin ne olduğunu. bir kaç sene arayla bavullar hep meydana çıkıyor. sabah bir uyanıyorsun, bütün eşyalar kolilere saklanmış. bir düğüm ama öyle böyle değil kaya gibi bi düğüm, kocaman bi düğüm oturuveriyor boğazına. ağlarsan kızarlar, o yüzden o düğüm orda kalmak zorunda kalıyor. duvarlara bakıyorsun sadece boş boş, kapılara, balkonlara.. hepsi cansız aslında ama sanki dillenip konuşmaya başlıyorlar, sanki hepsi birden bişeler anlatmaya başlıyorlar; anılar, kardeş kavgaları, kızlarla oturmalar,.. duvarları terk etmek bile çok zor geliyor. kapıya sarılmak, odayı kucaklamak istiyor insan. koparıyorlar tabi zorla. tanımadığın adamlar eşyalarını indiriyorlar, sen içinden hepsine nefretler saçıp bağırıp ağlıyorsun; ama aslında sadece dolu gözlerle baka kalıyorsun. küçücük kalıyorsun oracıkta; sanki dikkat etmeseler ayaklarıyla ezebilirler. küçücük olmasan belki sesini duyabilirler, belki gitmek istemediğini anlayabilirler, belki dinleyebilirler duvarların bile senin için ne kadar önemli olduğunu, belki dinleseler valizlerle oradan oraya sürükledikleri şeyin sadece eşyalar değil senin hayatın olduğunu fark edebilirler, belki hissedebilirler... ama küçücük olduğun için kimse anlamıyor. o sırada önemli olan tek şey mobilyaların çizilmemesi ve beyaz eşyaların zarar görmemesi. oraya o kadar alıştıktan sonra bir daha dönemeyeceğini bilmenin içini nasıl yakıp kavurduğunu kimse önemsemiyor; önemli olan mobilyalar.. geride yaşadığın her şeyi bırakıyorsun; duvarlar hatta kaldırım taşları bile önemli senin için, geride arkadaşlarını, dostlarını bırakıyorsun; geride bir "aşk" bırakıyorsun.. geride seni sen yapan ne varsa her şeyi bırakıyorsun, için parçalanıyor.. ama insanlar sadece beyaz eşyalara dikkat ediyor. kapılardan geçirirken dikkatli olunmalı buzdolabı için çünkü. giderken asansörün düğmesini bile koparıp cebine atmak istiyorsun çünkü oradan yanına ne alsan kâr ama öylece oturuyorsun en sonunda arabaya. çok derin bir acı o. yüzlerce binlerce kez geçtiğin yürüdüğün yollardan son kez geçtiğini bilmek. zar zor kurduğun bir hayatı parça parça bırakıyorsun o yollarda, bırakmak zorunda kalıyorsun. çünkü gittiğin yerde hiç işine yaramayacağı belli. orda yenisini yapmak zorundasın. insanlar hayatları boyunca bir taneyle baş edemezken senin her seferinde yaşına bile bakmadan yeni bir tane kurmak zorunda olman, eskisinin kırıklarını içinden atamaman hiç kimsenin öyle umrunda değil ki.. git gide küçülüyorsun. küçücük bir bedene o kadar acıyı sığdırmak öyle zor ki.. fazlalıklar çığlık olup çıkmak istiyor hep, isyan etmek istiyor ama yapabileceğin tek şey de inadına gibi sanki susmak, yutkunmak. gittiğin yer öyle yabancı, öyle uzak, öyle soğuk.. ama bir o kadar da öyle 'tam'. kontenjanı onlar zaten doldurmuşlar da bi sen fazla gelmişsin ondan hepsi her fırsatta yabancı olduğunu hissettirmeye çalışıyorlarmış gibi. sanki bütün yabancı ayrıntılar canını acıtmak için var gibi.

sonra zamanla alışıyorsun işte. ama zamanla başka şeyler fark ediyorsun canını acıtan. hepsine alıştım, her şeyle başa çıktım, atlattım derken meğersem hiçbir yere ait olamamışsın ama bir yere ait olmak çok önemli bir şeymiş. dahası kimsenin hayatında sabit kalamadığın için insanlar çok yıllık dostluklar edinirken sen çoookk gerilerde kalmışsın mecburen. herkes birilerinin hayatta vazgeçemeyeceği insanlar olabilmiş ama sen hep birkaç adım geride kalmışsın mecburen, hep gittiğin için.. insanlar elbet kötü anıları olsa da bir şehre gittiğinde sadece orada olduğu için mutlu olurlarken sen sadece eve kapatabilmişsin kendini. mesela insanların hep en yakın arkadaşı olmuş, daha önemlisi herkes birilerinin en yakın arkadaşı olabilmiş ama senin en yakın arkadaşın olan herkesin en yakın arkadaşları hep başkalarıymış.. dahası, sürekli yer değiştirdiğin için değişiklik istemeye engel olamıyormuşsun ama sürekli de sabit bir hayat istiyormuşsun. 

ben şimdi tam bu ne istediğini bilememe ya da hiçbir şekilde mutlu hissedememe, gerçekten yakının olan kimsenin olmaması durumlarının bunalımının tamm orta yerindeyim işte.

burası çok zor.

20 Mart 2012 Salı

kotası biten kızın minik kütüphane yazısı.

4 hafta süresi olan 4 gb'lık lanet kotayı ilk 2buçuk hafta hunharca tüketip kalan süreyi bunalımlardan bunalımlara sürüklenerek geçirmek hiç vazgeçemediğim bir huyumdur. işin kötü tarafı, o evde internetsiz yaşayabilmek sanki yaşayabilememek. mesela ingilizce sanki I am living değil de I am surviving. kitap okuma alışkanlığım eskiden olduğu gibi devam edeydi iyiydi ama onları artık kitaplığa koyup izlemek için filan alıyorum sanırım. şimdi yine kütüphanedeyim ama kalkıp lanet istatistik dersine gitmem lazım. hava da nasıl mükemmel ya. bir dahaki kışa kadar bu halini sabitleyebilsek harika olurdu, dadından yinmezdi. ama hayırlısı bakalım. öldürücü sıcaklar gelmeden bol bol gezmek lazım.

ya valla iki dakka internete girdim nasıl keyfim yerine geldi. sanki bu blog benim evimmiş mi neymiş ya. canım benim.

14 Mart 2012 Çarşamba

çalışankazanırelmasıkızarır vs algıdakısadevre


baktım bu okuldan bir cacık olmayacak bari kendim çalışayım da iki gram bir şeyler öğreneyim dedim. kalktığımdan beri de kendimi ders çalışma fikrine yavaş yavaş alıştırmaya çalıştım ve sonunda da başardım sanırım. 1. dönem öğren(eme)diğimiz her şeyi tekrar edip ardından da 2. dönem konularına geçiş yapmaya karar verdim. eğer düzgünce çalışırsam daa ödül olarak yazmak istediğim başka şeyler yazma hakkı kazanacağııımm! :))

ssoonnkiiiüüçççdöööörrtt!


+ sanki ben ders çalışınca beni bi uzay mekiğine kapatıp uzaya fırlatacaklar da ben de kazara bi karadeliğe girip bir daha asla normal insanların güzel dünyasına dönemeyecekmişimcesine; "dur bi son kez bloğa yazayım, dur son kez tivit atayım, dur son kez şuna bi bakayım, sur bi feysbuku kontrol edip öyle gideyim..." hayır yani içimdeki bu "son kez"ler nerden çıkıyor anlamıyorum. altı üstü her zamanki gibi hemen yandaki yatakta hafif yatar vaziyette elimde telefon, ipod, bilgisayar ve kitapla pineklemek yerine 2-3 adım sonraki çalışma masasında sadece bilgisayar ve bir kaç kitapla biraz çalışacağım. üstelik hem de BİRAZ yani. üstelik zaten aslında üniversiteye başlamadan önceki hayatımda hemen hemen her gün gün düzenli olarak yaptığım yabancı olmayan ve ısırma ihtimali de bulunmayan bir aktivite. ne zamandan beri bu kadar korkutucu, uzaya kaçırıcı, geri dönüşü olmayan, süpersonik korku filmlerimsi bir hâl aldı benim için anlamıyorum yahu.

ama biliyorum; istediğim zaman geri dönüp kaldığım yerden pineklemeye devam edebilirim. uzaylıların beni kaçırması, herhangi bir uzay mekiğine kapatılmam, ders çalışanların hapsolduğu ve bir daha asla normal insanların yanına dönemeyecekleri gizli bir boyut, içime inek kaçması, şuan zaten çok da sosyal olmayan hayatımdaki insanlar tarafından dışlanmam,..vb gibi ihtimaller söz konusu değil. her şey benim elimde ve en fazla bir kaç saat sonra hiçbir şeyim kalmayacak.

PANİK YOK! her şey kontrol altında.


-beni unutmayın...

13 Mart 2012 Salı

okul git gide daha gerizekalı. bi mühendislik, bi öyle bişeler okusak anlarım ama psikoloji bölümünün ana dersinde adam gibi ders anlatmak yerine çıkıp da slayt okumak nedir ya? adam gibi üniversitelerin başka uyduruk bölümlerinde okuyan arkadaşlarım benden daha psikolog yemin ederim. onlar gidip çocukları filan inceliyorlar, hep güzel güzel uygulamalı şeyler yapıyorlar biz de salak gibi yok "git filanı araştır" , "git  koşullanmayı soruştur"... hayır yani aynısını derste sen de okuyorsun zaten nasılsa. Allah'ım yaa!

12 Mart 2012 Pazartesi


oturuyorum hâlâ kütüphanede ama şarjım bitmek üzre malesef. azcık kişi kaldı. tam gözümün önünde iki aşık oturuyor. oğlan kızdan biraz minikçe. kız ders çalışmaya çalıştı, çoçuk da bi ordan sarıldı bi burdan kokladı sonra da kalkıp gittiler. ben de bir yandan balkan müziklerinden ortaya karışık bişeler dinlettim kendime. bu şarkıyı gerçekten çok seviyorum yani böyleyken bile dinlemek mükemmel ama böyle sevmeli özlemeli şeyler dinleyince birini düşünmek istiyor insan. aslında tam olarak az önce kütüphanedeki gibi koklaşmalı bi ilişkim filan olsun istemiyorum açıkçası. hatta bir ilişkiye bile gerek yok aslında. şööyle kafama göre birini bulsam kendi kendime de sevebilirim ben. hiç sesimi çıkarmam böyle sevmeli özlemeli şarkılar dinlerken düşünür düşünür sırıtırım işte. :))

"dünndüm duurdum yaar yolunnda sanaa doymaadıııım... turnalaarıi güğee saldıım sanaa yollaadııııım..."
bu yağmur sevmeyen insanları da hiç anlayamıyorum. aklınızı mı kaçırdınız yağmur sevilmez mi ya?

bir huzur bulma biçimi olarak kütüphane.




martın ortasında hadi yağmur neyse de bu kar neyin nesi diye gergin gergin dolanıyor ortalarda.ben pek kar göremedim gerçi ama, olsun. zaten bence yakınanların da yarısı sadece duydukları kar için yakınıyorlar. :D amaan neyse ne işte. saat ikibuçukta çıktım dersten, kütüphaneye geldim. hep sevdim kütüphaneleri, hep de severim. tabi önceden gelir kitap okur ya da ders çalışırdık. zaten sepsessiz olurdu, biz de gelip elimizdeki kitabın içinde kendimizi kaybederdik. artık ne elindeki kitabın içinde saatlerce kendini kaybedebilen bir ben kaldım ne de öyle kütüphaneler. kendi çevremde olduğu kadarıyla söylüyorum tabi. bizim okulun kütüphanesi bir kütüphane olmaktan çok bir kitap-kafe'yi andırıyor, ama yine de iyi. bahçeye bakan kısım hep cam, önünde de krem rengi deri koltuklar var. diğer taraflarda da kitaplar, masalar filan. bu deri kitaplara oturup önce 'biraz' kitap okumak, ardından sol taraftaki masalarda sözümona ders çalışan, laklak yapan ya da boş boş oturan bütün insanların suratına teek tek bakıp hepsine birer hikaye uydurduktan sonra kalkıp da "boşver o çocuk için değmez üzüldüğüne kızım fıstık gibisin elini sallasan ellisi" filan dememek için kendimi zor da olsa tuttuktan sonra tamamen sağ tarafa dönüp -bugün havanın yağmurlu olduğunu da var sayarsak- kulaklıklardan kafa dinlemelik bir şeyler açıp dalıp dalıp gitmenin ardından açıp da bir şeyler yazmak gibisi var mı bilmiyorum.

9 Mart 2012 Cuma

büyüyoruz azîzim...



son 1 saattir 2 tane 8. sınıf öğrencisine matematik anlatıyorum, birlikte soru filan çözüyoruz. bu ilk birlikte ders çalışışımız ve muhtemelen de son olacak ama hemencecik kaynaşıverdik. :) tabi liseye hazırlandıkları için ve benim de matematik seviyemi beğendikleri için lise hayatımı merak ediverdiler birden. onların nasıl bir lisede okuduğumu sormalarıyla aanında etraf buğulanmaya efektler sepyaya dönüşmeye başladı! sonra ben birden lisenin ilk gününe gittim. :)

güzel ülkemizin en doğu taraflarındaki küççücük bir şehirde başladım lise hayatıma. nasıl becerdim bilmiyorum ama o şehrin en yüksek puanlı anadolu lisesiydi. o yemyeşil formalarla şehrin tek caddesinde yürümek nasıl havalı, nasıl gurur vericiydi anlatamam :) bir de kantinci hüseyin abimiz vardı ki heeeyyy anam hey :) heerrr öğle arası bahçede mangal yapardı bize. ama nasıl mangal... o acılı adananın, o tavuk dürümün tadı hâlâ damağımda ve hâlâ da hiçbir yerde öyle lezzetlisini yemedim :)) annem de babam da izmirli aslında. ben de izmir doğumluyum. dolayısıyla da bir batı kültürü etkisinde yetiştik ama en güzel çağlarım orda geçtiğinden midir nedir, ne taşındığımız yerlerden herhangi birini ne de izmir'i assla orası kadar sevemedim. ilk taşındığımız zaman ölüm gibi geliyordu bana "nasıl yani doğuda mı yaşıycaazz :s" filan diye. sonuçta hepimiz küçükken salaktık, o yüzden kendime kızmıyorum. ama orda 5 sene yaşamış olmak sanırım Allah'ın bana en büyük hediyelerinden birisi. hep izmir'de olsaydık belki de ben de "yak sivas'tan gerisini gitsin aga yaa" diye düşünen mantar beyinlilerden olabilirdim. ama şanslıymışım ki olmadım. :) bana gerçekten mükemmel bir 'herkesi farklılıklarıyla sevebilme' yeteneği kazandırdı o şehir ve o okul. hatta arkadaş çevremde ateistini mi ararsınız, alevisini mi; ülkücüsünü mü, sosyalistini mi... ama hepsiyle de çok iyiydik hatta hâlâ da iyiyiz. :)

ama hayatımızda hiçbir güzel şey sonsuza kadar güzel olarak kalmaz. o okul da öyle oldu benim için. lise 3'e başlayalı henüz 2 ay olmuştu ki kocaman bir depresyonun içinde buldum kendimi. ortam değişikliğine ihtiyacım olduğunu farkedince de dershane denemelerinde sürekli 1./2. olduğum için beni 2 senedir parasız okutmak isteyen başarılı bir özel okula geçiş yapmaya karar verdim. orası anadolu lisesi kadar renkli ve sıcak bir okul değildi. hatta ben o okula gittikten 2 hafta sonra okulun mutaassıp yapısına pek fena zarar verdiğim için hocalar pek hazzetmemeye filan başladılar ama yine de iyiydi işte. :) orda da çok güzel dostluklarım oldu hatta bir de sevgilim oldu. :) sonra da hayat birden yeniden çok güzel olmaya başlayınca her şey yeniden sarpa sarmak zorunda olduğu için mart ayında babamın şirket değiştirme kararıyla birlikte nisan ayının 2. haftası pattadanak kendimi bu sefer izmir'in yakınlarındaki minik bir ege şehrinde buluverdim. esasen memleketim olan yerler oralardı zaten ama orda kaldığım süre boyunca o insanların samimiyetine, o insanların sıcak kanlılığına ve içtenliğine öyle alışmışım ki aslında memleketim olan yerler bana inanılmaz derecede yabancı, felaket derecese şapşal, bomboş ve samimiyetsiz geliyordu. oralar gerçekten çok kötüydü işte. lise 3teki 3. okulla birlikte o seneyi öylece bitiriverdim sonra lise sonda da aynı okulda lisenin artık çabucak bitmesi için dualar ederek üniversiteye hazırlandım. sonra da bitti çok şükür.

işte böyle. tabi burda yazınca uzun oldu ama benim aklımdan daha bi hızlıca geçti. :)

sonra birden kızların benden cevap beklediklerini farkedince en kestirme cevabı vermeye çalıştım. tabi bunun kestirmesi ne olur varın siz düşünün... :))

8 Mart 2012 Perşembe

evde tek başımayım aslında tam zamanı ama nasıl bir yandan yazmak istiyorum bir yandan da yazasım yok anlatamam. amaan.

3 Mart 2012 Cumartesi

insan en azından hayatının belli bir alanından hayata tutunabilmeli ya da hayatının devamlılığı için tutunabilmek zorunda. benim üstümdeki bu lanet neyin nesi ben anlamıyorum bi türlü.
-aileme bi bakıyorum; bokun boku bi babam var. ama bokun en boku.
-kendi ev hayatıma bakıyorum; bildiğin mantar tarlası işte.
-okuluma bakıyorum; istanbul'un en boktan okulu.
-arkadaşlarıma bi bakıyorum; 4-5 tane yakın diyebileceğim arkadaşım var ama hepsinin en yakın arkadaşları başka insanlar. sadece 1 tanesi belki en yakın arkadaşı olduğumu düşünüyodur ama benim bok şansıma o da sevmeyi bilmez pek.
-aşk hayatıma bakıyorum; bokun atası.
-genel olarak hayatıma bi bakıyorum; nasıl bir boktanlık, nasıl bir bahtsız bedevilik, nasıl bir 'bu da mı beni buldu'luk hakim belli değil.

bi görseniz öyle belirli patlama dönemleri hariç bunalıma giren bir insan bile değilim üstelik. benden daha fazla sırıtabilen bi insan göremezsiniz belki de. patlama dönemlerimde de kendi içime patlarım zaten anca. ama niye her şey hâlâ bu kadar bok hiç bilmiyorum be, hiç anlamıyorum, hiç anlayamıyorum.

erkek meraklısı filan da değilim ama içlerinden düzelebilme ihtimali olan tek madde acınası bir şekilde sadece aşk hayatı maddesi. o yüzden de en fazla ona tutunabiliyorum ama onun da bokluğu bir tuttu mu hiç düzelmiyor.

bugün pisliğin doğum günü. bugün muhtemelen sevgilisiyle fingir fingir doğum günü kutlayacak. az önce de yakın arkadaşlarından biri mesaj atmış yok yanına gidecekmiş de sürpriz yapacakmış da filan. tamam da banene yani? ben de zaten o sinirle hiç soğukkanlı filan davranamadım iyice bok oldu. hâlâ onu seviyorum zannedecekler ama ne yapayım. ben o kadar boku o yemiş olmasına rağmen içine sine sine mutlu olanın o olmasını yediremiyorum. içim almıyor onu bir türlü. bu bok insanlar niye bu kadar mutlu ben niye her seferinde bu kadar boklara geliyorum anlamıyorum. ben zaten miniminnacık şeylerden bile mutlu olabilirken hayat o miniminnacık şeyleri bile benden neden bu kadar büyük bir hırsla saklıyor anlayamıyorum.

şimdi ben depresyona girmeyeyim de kim girsin?

2 Mart 2012 Cuma

eskisevgilinindoğumgünüyazısı.

şimdi bi yalnız kalsam önümüzdeki 781031908378246731 gün hınca hınç ağlasam belki o zaman rahatlarım bilmiyorum. gerçekten artık hiç sevmiyorum. ama o kadar boku yiyen de o, üstüne sevgilisiyle mutlu olup doğum günü kutlayan da o. sadece durumlar biraz eşitlensin istiyorum. hayatın iyi yönleri benim içinde varmış gibi hissedeyim istiyorum.

nice boktan senelere pislik çuvalı!

27 Şubat 2012 Pazartesi

bunalım yazısı.

istanbul sokaklarında bir yandan ağlayıp bir yandan da kendinden ağır valizler taşıyan çelimsiz bir kız görürseniz, o benim. öteki dünya öteki dünya diye avunmaya çalışıyorum hep hatta isyan etmekten de çok korkuyorum. ama bu kötüler niye hep mutlu niye yaptıkları hep yanlarına kalıyor anlayamıyorum. evet Allah adil, evet öteki dünyada hepsi gününü görecek ama şimdi de az da olsa bazı şeylerin bizim için de yolunda gittğini, az da olsa mutluluklarımız olduğunu görüp hiç değilse elimizde avucumuzda bu lanet hayata ucundan köşesinden tutunmamıza yetecek kadar bir şeyler olması gerekmez mi? ben şimdi bu lanet valizlerin hepsini bir bir taşıyıp canım burnumdan omzum sırtım çürük çürük gezerken o 2 pisliğin arka odada mutlu mesut oturmaları reva mı yani? bu mu yani sıçtığımın dünyasının adaleti? 


25 Şubat 2012 Cumartesi

aradığınız blogger şu anda ağır depresyonda. lütfen daha sonra falanfilan.

güzel şeylerden bahsedebilmek için kendimi hazır hissettiğim her an bir bokluk çıkmak zorunda mı diye sorgulamıyorum bile artık. her ne kadar ben her seferinde unutsam da evren unutmuyor. yatağın üzerine üstünde rahatça kurabiye yiyebilmek için pikemi serdim. bugün gezdiğim sergilerin fotoğraflarını filan hazır ettim yazabilmek için, müzikleri ayarladım, yazılacaklar listesi hazırladım,.. falanfilan derkeenn tam mtlu mutlu yazmaya başlayacaktım ki TAKK! mesaj geldi hemen. büyük mantarlar bizi bu tarladan başka bi tarlaya sürmeye karar vermişler. şimdi ben bu kadar eşyayı nasıl taşıyacağıma mı yanayım yoksa tarladaki tek tesellim hüm'den ayrılacağıma mı yanayım ona karar vermeye çalışıyorum.

24 Şubat 2012 Cuma

bana sevcek bişe lazım.



çünkü baktım başka türlü olmuyor. çünkü Allah beni deli gibi seveyim; her şeyi seveyim, herkesi seveyim diye yaratmış. sonra da baktım öyle dibine kadar sevecek birileri yok ve uzun süre de olacak gibi değil. bitki ve hayvan yetiştiriciliğine adamaya karar verdim kendimi. sonra bugün migros'a ramen almaya gitmiştim bi baktım indirimli çiçekler var! hemen aldım ben de. para biriktip saksı da alacağım. tabi bir de kaplumbağa lazım. sonra da severim işte. ayrıca da çiçeğimin adını hüm koydum. bundan sonra hüm yanımda olmadığında öteki hüm yanımda olsun da onunla avunayım bari diye.
mantar tarlasında tek başına yaşamak zor.

23 Şubat 2012 Perşembe

gurbetçi ünv öğrencisinin ev notları #1

bir tatilin daha son günü. yarın istanbul'a dönüyorum. herkes için böyle mi bilmiyorum; ama bu geçiş dönemleri çok sıkıntılı oluyor bende. geldiğimde ne burası benim evim ne de istanbul'a gittiğimde orada kalıcıyım. insan artık belli bir yeri evi olarak bellemek oraya yapışıp kalmak ve gitse bile elinde sonunda döneceği yerin orası olduğunu bilmek istiyor. bi de insan bunları düşünmeye başlayınca arka fondan bi life for rent çalmaya başlıyor, o zaman fena. neyse bakalım değiştiremeyeceğimi anlayınca mezun olana kadar durumu kabullenip mezun olduktan sonra da lanet de olsa bir ev bulup evim diyebileceğim bir yer olmasına karar verdim. hayırlısı tabi.

bunlar da tatil notlarım:

1. bir kere kessinlikle 'anne yemeği'nin kendine has bir tılsımı var ve insan annesinin yanına giderken hep onun hayaliyle gidiyor. ama mesela anne yemeği yokken 49187329 tabak yeyip doymuyorsan anne yemeği varken 1 tabağı zar zor bitiriyorsun. belki de 'besle kargayı oysun gözünü' atasözünü bu anlamda midemiz için söylemişlerdir diye düşünüyorum. kendi içimizde kendimize düşman yetişiyor yahu! yine yiyemedim o benim için yapılan caaaanım yemeklerden, keklerden, kurabiyelerden.

2. bu genele vuramayacağım şahsi bir konu ama olsun. tabiki yine babamla kavga ettik. bana "evimizin düzenini bozma." dedi. evet resmen öyle dedi. anladım ki artık 'onların evi' diye bir kavram var fakat ben bu evin ahalisi başlığı altında bir yer edinemiyorum. kendi evim kategorisine en fazla alabileceğim ev bu ev olmasına karşın bu evden biri gibi görülmezken kendimi o evden gibi görebileceğim bir yer de yok. istanbul'daki de zaten mantar tarlası..

3. buraya zaten lise sondayken taşındığımız için o zaman da zaten sınavla falan filanla geçtiğinden çok da bir duygusal bağım yok. hiç duygulanmam zannediyordum ama lise sonda gittiğim okula bir ziyarete gidince duygulandığımı farkettim. ya da bir diğer ihtimal duygulanmak istedim. ne bileyim garipti işte.

4. erkek kardeş evden giderken ve eve döndüğünde asla aynı şekilde bulunamayacak bir şey. yahu bunların ikisi de benden küçüktü yani ben aslında onların ablalarıyım ama ne ara benim boyumu geçtiler ne ara ben daha dün onları kucağimda hoplatırken onlar beni havada çevirmeye başladılar anlayamadım. ayrıca ben istanbul'dayken gel artık filan diyorlar ama geldiğimde de en fazla 2 gün dayanabiliyorlar. 2 gün sonra "abla sen ne zaman gidecektin?" diye sormaya; ondan 2 gün sonra da "artık git!" diye isyan etmeye başlıyorlar. :) zor işler.

5. tatil ister 3 ay olsun, ister 5 ay olsun, ister 10 gün olsun hiç değişmiyor. 3 kısma ayrılıyor; 1. kısım yani ilk kısım uyuyarak, 2. kısım sıkılarak, 3. kısım da hadi valiz hazırlığıydı hadi banyosunydu şusuydu busuydu derken aslında ben meğersem anneme hiç doyamamışım diye serzenişte bulunarak geçiyor. :) yani ne kadar kalırsan kal zaten son kısımda doyamadığını anlıyorsun.

6. ciddi ciddi bende şeker hastalığı olduğunu düşündü annem. ama nolursa olsun bu konunun üzerine düşmemekte kararlıyım. düşünmek bile istemiyorum çünkü benim sonum olur.

7. mantarlardan babama dert yanamayacağımı, yanarsam da zararlı çıkacağımı biliyorum. o yüzden hiçbir şey diyemedim. ama içimde de kalmadı. o televizyon izlerken derslerden notlardan filan konu açıldı, arada başka şeyler varken ben birden içimde tutamadığımı farkettim ve dayanamayarak ağlamaya başladım. sebebini söyle(ye)medim. ama olsun, hiç değilse mutlu olmadığımı bilsin o da yeter. ne kadar aklına takar bilemem tabi...

8. yanıma küçük bi valizle büssürü kitap getirmiştim evdeki kitaplığa bırakıp ordaki yükümü hafifleteyim diye ama kıyıp da bırakamadım hiçbirini. şimdi tekarr geri götüreceğim istanbul'a. ayrıca anneler minimini bebeklerini nasıl bırakıyorlar hiiç anlayamadım..

işte bu tatil de böyle geçti gitti.


+ güz dönemi not ortalamam da 2.79. işte ben de bölüm 1.si olacaktım filan. hı hı.

20 Şubat 2012 Pazartesi

her gece çok uykusu olan ama hiç uyumayan; biz.


1 hafta önce eve geldim işte ben de. geldiğim gün wireless ve kombi bozuldu. hiçbir zaman doymayan karnım bir tabak yemeklerle doymaya başladı. internete giremedim, banyo yapamadım ve dilediğim kadar(yani hayvan gibi) yiyemedim. hesaplarıma göre çok kilo alacaktım ama tabiki alamadım. ayrıca yanımda 7298743 tane kitap filan okdum kendimi hâlâ eski kendim zannedip ama okumadım. okudum ama azcık. çünkü babamla kavga ettik çok efkarlıydım, bi baktım şopenaur efkardan filan bahsediyor, 21 sayfa okudum. şimdi hâlâ koltuğun üstünde duruyor. çünkü kaldırmaya üşendim. sonra bugün wireless geldi. şimdi ben istanbul'a gidince ir daha böyle rahat rahat internet kullanamayacağımı da biliyorum. e el insaf nasıl uyuyayım yani şimdi? oturdum her şey dinliyorum. videolarını da izliyorum. gözlerim ayynı şu baykuşunkisiler gibi ama olsun. pes etmemekte kararlıyım.

tabi daha önemli şeyler de var bahsetmem gereken ama, istanbul'da.

çünkü ben istanbul'u çok özledim.



#bu gece bunlar:
(amy macdonald - love love) bu brine aşık olunca.
(KT tunstall - other side of the world) bu da beni aldatırsa. / kim? / ben de bilmiyom ki ya.


+ bi de kısmetim çok fazla açılmadan önce rüyamda 32034728 tane ördeği tek tek tutup bıraktığımı görmüştüm ve hemen guugıldan rüyada ördek görmenin ne demek olduğuna bakmıştım. kısmet demekmiş. ben de baya tadını çıkarttım yani iyi oldu, hoş oldu ama evrenin bahsi geçen rüyadaki "nah mutlu olursun" hareketini daha yeni yeni fark ediyorum ben.

HEPSİ KUŞ BEYİNLİ BU ÖRDEKLERİN ULAAĞĞNN!!

14 Şubat 2012 Salı


bu da yaklaşık 1 haftadır bir türlü bıkamadığım şarkı. dinleyip dinleyip içimi göçertiyorum. hayır ama, gerçekten özlemiyorum. sadece yaptıkları yanına kaldığı için mutsuzum. en azından ben de mutlu olsaydım onu umursamazdım. ama şimdi of neyse ya.

şarkı güzel işte. anılarının içinden minik beyinli kafasını çekip çıkaramayan, geçmişe takılı kalan herkese gelsin. benden gelsin.

geldik gidiyoruz.

merhaba, ben atatürk havaalanındaki 10 parmağında 20 çanta taşıyan çelimsiz kızım.

sınavlardı falandı filandı derken yazamadım bir süredir ama yazamadığım sürece yazıp içimi boşaltamamamın eksikliğini çok fazla hissettim.

çok saçma evet ama insan bazen daha 20 yaşında bile olsa çok saçma olduğunu bile bile bir daha hayatında mutluluk verici şeyler yaşayamayacağına inanabiliyor. artık o kadar çok üst üste geldi ki ben de saçmaladığımı bile bile fazlasıyla kabullendim durumu. heves meves kalmadı hiç.

şimdi 10 günlüğüne eve gidiyorum. telefonumu filan kapattım hep. bol bol kafa dinlemeyi düşünüyorum. eski pozitif enerjimi izmir'de tekrar bulabilirim belki.

ayrıca evet, alper pişman olup da geri filan dönmedi ve muhtemelen şuan çok mutlu. öteki pislik de bütün keyfime sıçıp bütün enerjimi kara delik gibi vakumladı ama onun da keyfi yerinde. işte bu insanın öyle bir ağrına gidiyor ki anlatamam. tamam, sıçtılar ama en azından pişman olduklarını, yanlarına kalmadığını görsek belki de geçecek hepsi ama nedense hep çok mutlular. mantar tarlası olaylarına hiç girmiyorum bile zaten, onlar tam nefretlik. okul da bir yandan bok bok işler çıkarttı.

içim göçtü resmen. hepsi bok yesin.

4 Şubat 2012 Cumartesi

neydim dememeli;

ne bok yedim de böyle oldum demeli.

gerçekten sorguluyorum ama bulamıyorum bir türlü. ben ki sağ bileğini aşırı ders çalışmaktan sakatlayıp ömür boyu çok kullanamayacak olan kızım; nasıl oluyor da 10 dakikada ders çalışmaya olan bütün tahammülümü tüketebiliyorum? hayır yani neyime güveniyorum onu da bilmiyorum. %100 bursluyum ve o bursun kesilmesi durumunda babam asssssssssssla ödeyemez bu okulun parasını. e vize notum da hiç yüksek değil. yani niye çalışmıyorum ben Allah aşkına niye çalışamıyorum ya? gerçekten kariyer hayallerim vardı, ortalamamı yüksek tutacaktım, almanya'da yüksek lisans yapacaktım.... falan da filan. hayır bi de inektim yani resmen önceden. anlayamıyorum niye böyle oldum ben ya. niye ya?

30 Ocak 2012 Pazartesi

of ya her önüme geleni mr.x zannetmek çok yorucu.

-mülayim
-zengin
-benden 1 yaş büyük.
-benzer bölüm.

bu kalıba sığabilen 840123368217381 tane insan şimdiden çıktı bile karşıma!

29 Ocak 2012 Pazar

...veee kaçınılmaz son: finaller!


biz öğrenciler böyleyizdir; bir gün başımıza geleceğini biliriz ama yine de hep o yokmuş gibi davranırız. yumurtanın kapıya dayandığı ana kadar her şey yolundaymış gibi gezer tozar eğleniriz. yumurta kapıya dayandığı anda da öyle bir panik yaparız ki o panik bize okuduğumuz her cümlenin beynimize kazınmasını sağlayan özel gücü kazandırır. sınavdan bir önceki gün gelir çatar ve o panik başlayınca biz çalışma odamızın bir kenarında duran kitaplara bakıp damarlarımızda yeniden etki etmeye başlayan özel gücümüzü hissedip derhal bütün cephaneliklerimizi(bkz:resim) hazır edip işe koyuluruz.

benim yarın sabah 10'da psikoloji finalim var. ben de bu saate kadar internetteydim, evet. çünkü yumurta kapıya dayanmadan çalışamıyorum. hava hafiften kararmaya başladığı için şimdi son cümlelerimi toparlamaya başlasam iyi olur. çünkü yarınki sınavla final haftasının başlayacağı andan itibaren biteceği ana kadar internet bana haram, bana azap, bana cehennem. o yüzden aklımdaki her şeyi finallere başlamadan yazdım ki ders çalışırken sol omzumdaki habire "ay onu yazacaktın, ay şunu diyecektin" diyemesin.

evet, şimdi hazırım.


FİNALLER!!
teslim olun, kimsenin canı yanmasın!!
 

uzzuuuuuunn bir ara sonra aybük'ümle buluştuk en sonunda. önceleri o sokak benim bu cadde senin herrr tarafı elimizde haritamızla keşfederdik filan ama hem havalar soğuk hem de konuşulacak 7501319274801380 tane şey var diye bu sefer sadece oturduk kadıköy'de. bir de kar yağdı ya; ne kadar güzeldi iskelenin orası anlatamam. :) fotoğraf makinem olmadığı için telefonla çekebildim sadece, onunla da ancak bu kadar işte.

aybük'ümle de 8701839201478 saat oturduk finallerden önce bir güzel rahatladım. havalar ısınınca da tekrar keşfe çıkacağız.

yaşasın aybüükk, yaşasın istanbuuulll, yaşasın keşfetmeekk!! :)))

şaştımkaldımafalladımvayycanınaaşimdiyandımm!


bir arkadaşım var; ne zaman bir şey anlatsam "hayırlısı" diyor. e tamam ben de biliyorum, "hayırlısı." ama şunu anlayamıyorum; neden "hayırlısı" olan hep bizim için kötü olan? neden umduklarımız bir kere bulduklarımızla aynı olmuyor? üstelik ne kadar iyi bir şey dilersen, ne kadar uğraşırsan iyi bir şey için, ne kadar mutlu olmayı umarsan o kadar tepetaklak oluyorsun.

gerçekten bu eve çıkarken çok iyi şeyler düşünüyordum. her şey mükemmel olacak zannediyordum. hüm'le ben birlikte olacağız ya sonuçta. falan filan işte.

şimdi aramız bence hiç iyi değil. eskisi gibi olmadığımız çok belli zaten. 2 haftadır bi garipti. geçenlerde tartıştık hem de amela yüzünden. şimdi çektirme sırası amela'da. o amela için benim kalbimi kırarsa o da öyle yapar tabi bu işler böyle. hele o kız var ya o kız zaten başlı başına bir hayal kırıklığı.

ben gerçekten böyle ummamıştım. hem de hiç. bir de o kadar çirkeflendim millete ille de hüm'le beraber kalacağız diye. zaten ne zaman birisi için çok fazla şey yaparsam illa başıma bir iş geliyor. illa yani, hiç şaşmadı.

işte öyle.

medeni hali: kadın. / medeni halim: havuç.


gidebilmeyi gerçekten çok istemiştim ama mantar tarlasında bir havuç olduğum için gidemedim. normalde çirkeflenir giderdim çünkü bendimi çiğner aşar enginlere de sığmaz taşar kimselerin beni tutamayacağı hale gelmesini iyi bilirim ben ama araya başka şeyler girdi işte. evren gitmemi istemedi. şimdi sessiz sessiz, hanım hanımcık oturuyorsam, bu bir gün bütün bunların hesabını soracağım konusunda kendime güvendiğim için.

mesut insanlar fotoğrafhanesi


en son lise 2'deyken filan gitmiştim sanırım. baktım tiyatroyu özlemişim, e biraz da rast geldi, ben de kalktım gittim.

iyii ki gitmişim. ne güzel oyundu o öyle. uğur arda aydın nekkkadar güzel oynadı öyle. aralarda şarkı da söyledi hatta ama o şarkıları bulamadım. şu finaller bi' bitsin, daha çok peşine düşeceğim o şarkıların. illa ki açıp dinlemek lazım.

memleketimiz izmir. ama izmir'de de tatiller dışında yaşamadık hiç. habire göçebe gibi oradan oraya gezdik. istanbul'a da ilk kez 10 yaşındayken okul gezisiyle gelmiştim. küçüğüm tabi o zamanlar. bilemedim ne olduğunu ama o zamana kadar gezdiğimiz yerlerden bi' farkı olduğunu bilebildim. insanın kendini bir yere ait hissetmesinin ne kadar önemli olduğunu farkettiğimde de lisedeydim. benim de memleketim olsun, ben de kendimi bir yere ait hissedeyim istedim ve kendime istanbul'u seçtim. sonra da üniversite sınavına akdar kendimi eşşek gibi çalışmaya adayıp kazandım geldim. geldiğimden beri de karış karış gezdim, kaybolabildiğim kadar kayboldum sokaklarında. evden karşıdaki bakkala gitmeye üşenirdim ama hiç üşenmedim; doya doya ağlayabilmek için tepelerine gittim. farklılıklarımızın güzelliğimiz olduğunu görebilmek için istiklâl'de yürüdüm, çarşaflı arap kadınlarla sarhoş gezenlerin birbirlerine küfretmeden aynı caddede gezebildiklerini görünce çok mutlu oldum. yeri geldi ben de ağlayan zenci bebeğe elinde kalan son çikolatayı veren beyaz kız oldum. canım neşelenmek istedi cihangir'in rengarenk eski binaları arasında dolandım. yeri geldi uzaklara üşendim, florya sahili'yle yetindim. hiç dışlamadı beni istanbul, hiç garip hissetmedim kendimi. taşındığımız yerlerdeki gibi yabancı kalmadım hiç. önceleri tatilde izmir'e gittiğimizde hep arkadaşlarımı özlerdim ama yaz tatillinde istanbul'dan ayrılıp izmir'e gidince insanları değil, asıl istanbul'u özlediğimi farkettim.

şu da bir gerçek ki ziya osman saba'yı çok kıskandım. ama olsun, yine de çok geç kalmadım. yaptığım tercih belki de hayatımın en başarılı hatta belki de tek başarılı tercihi.

iyi ki gitmişim bu oyuna.

iyi ki varsın istanbul.

27 Ocak 2012 Cuma

merhaba, ben havuç.


koskoca mantar tarlasında tek başına bir havuç olmak; yetmiyormuş gibi herkesin seni mantarlaştırmaya çalışmasıyla baş etmeye çalışmak; o da yetmiyormuş gibi sürekli ikili oynamak zorunda kalmak çok kötü.

evet ben bir havucum ve havuç olmayı çok seviyorum. ama mantar babamın ve değişik annemin başarılı bir mantara dönüşmemi umarak beni ektikleri bu tarladan nefret ediyorum. dahası hiçbir şekilde kaçışım yok. ama sürekli kavga ediyoruz. mantarmışım gibi davranmaya çalışıyorlar ama aslında tarladaki bütün mantarlar havuç olduğumun farkında. içlerinde bir havuca tahammül etmek tabi onlar için de zor. ama yine de olmaları gereken yerde, olmaları gereken sebzelerin yanındalar. hepsi mantar beyinli ama yine de mutlular. oysa ben tek başıma bir havucum. buradan tek başıma kaçmam imkansız. kaçabilseydim ne olurdu diye düşünüyorum bazen. sonra düşünemiyorum. çünkü mantar tarlası olmayan bir yerde yaşamadım hiç.

bebek bir havuçken her şey nasıldı hiç hatırlamıyorum. çocuk bir havuçken çok garipti. her ne kadar benim bütün çevrem mantarlardan oluşsa da bütün sebzeler vardı orada. babamı pek tanımıyordum ama büyük bir mantar olduğunu biliyordum. küçük bir havuç için sebzeleri tanımak zaten yeterince zor ama eğer küçük bir havuçsanız, mantar babanızı hiç tanımıyorsanız ama herkes onu çok tanıyorsa ve çok seviyorsa ve garip bir şekilde siz onu gördüğünüz azcık zamanda  o hiç de başkalarının bahsettiği iyi yürekli bir mantar değilse, işte o zaman her şey daha zor. tam o zamanlardı işte. mantar amcalar havuç olduğum için hiç sevemediler beni. "böyle mantar olunmaz!" dediler. oysa ki ben zaten mantar değildim, üstelik mantarın ne olduğunu bile bilmiyordum. sadece babamın kötü biri olduğunu ve sevilen bir mantar olduğunu biliyordum. böylece mantarların kötü olduklarını yavaş yavaş öğrenmeye başladım. yine de hiçbir zaman emin olamıyordum ve açıkçası olmak da istemiyordum. çünkü herkesin babası vardı ve ben de babası olan, babasını seven, mutlu sebzelerden olmak istiyordum.

bir gün baş mantarla tanıştım. onu diyen diğer mantarlara bir şeyler anlatıyordu. hiç dinlemek istemedim. ama bir ara kulaklarıma engel olamadım. çünkü hep öyle olur; duyduğunuzda mutlu olacağınız şeyleri duymayabilirsiniz ama duduğunuz an sizi ömrünüz boyu sarsmaya yetecek bir şey söz konusuysa duymama ihtimaliniz asla olmaz. birden istemsiz bir şekilde dikkat kesildim. baba mantarlardan kötü mantarlar olmasını istiyordu. o an onu dünyanın en nefret edilesi sebsezi ilan ettim ve bir daha da asla sevemedim. fakat benden başka kimse farkında değildi ne olduğunun. çünkü bütün sebzeler, ben hariç, babalarıyla mutluydular.

sonra iyice büyüdüğümde beni bir mantar tarlasına ektiler. buraya ekilen herkes ne olursa olsun sonradan mantara dönüşürdü ve beyinlerinin mantarlaşmasına da engel olamazdı, biliyordum. korkuyla mantara dönüşenleri izledim. bazen hiç şaşırmadım mantara dönüşenlere ama bazen çok sevdiğim insanları kaybettiğim için çök üzüldüm. ordan kaçmanın bir yolu olsaydi belki de hep birlikte kaçardık ama hiçbirimiz kaçamadık. onlar yavaş yavaş mantara dönüştüler, ben de korkuyla izledim. ama hiçbiri havuç değildi, zaten havuçlar mantara dönüşemezler. benhep havuç kaldım. bir babam yoktu, annem çok uzaktaydı ve olduğum tarlada benden başka tek bir havuç bile yoktu.

işte böyle. bir sonu yok çünkü olduğum yerde çakılı kaldım.

mutsuz bir havucum ben.

evet, geldi mi peş peşe gelir. bu işin raconunun böyle olduğunu tecrübeyle sabit bir şekilde biliyorum zaten. ama yine de insan her seferinde, sanırım doğası gereği, yadırgıyor.

uzun zamandır kotam olmadığı için hiçbir şey yazamadım. hatta şimdi de yok ve artık son çare textedit'ten yazıyorum. böyle yazmaya çalışınca bloğun ne kadar önemli olduğunu farkettim. insan böyle saçma sapan bir metin belgesinden yazınca yeterince moda giremiyor. ama mutsuzluk balonum o kadar şişti ki artık biraz inip rahatlayabilmesi için ona yardımcı olmak zorundayım.

ben demiştim işte onlarla ilgisi yok, benim bahtım gereği fırsatını bulur bulmaz ağzıma sıçarlar diye. ilk defa hüm'le kavga ettik. yaklaşık 2 haftadır tavırları çok değişikti zaten. öyle olunca içimden sürekli durum değerlendirmesi yapıp onun davranışlarını anlamlandırmaya adadım kendimi. belki de evimizin ayrılma ihtimali var diye psikolojik olarak kendi kendine bir savunma sistemi geliştiriyor ve kendini benden uzaklaştırmaya çalışıyor olabileceğini düşündüm. tabi bu kırılmadığım, üzülmediğim anlamına gelmiyor. belki de rüyamda beni o durumda bırakıp gittiğini görmem de boşuna değildi, kim bilir.. ama dün yaptıklarından sonra yanıma gelip ağlamıştı, "aldırma bana ben saçmalıyorum" filan demişti ama bugün hiç de pişman bir hali yok.

üstelik finallerimiz haftaya başlayacak ve üstelik yarın sabah birlikte reşitlere gidecektik. 

her şey çok bok.

15 Ocak 2012 Pazar

şunları söylemeliyim ki;

# bugün flyinn'de müükkkkemmel bir çocuk gördüm ama harika bir şeydi böyle sarı kıvır kıvır saçları vardı kırmızı bişeler giyinmiş starbucks'ın orda kendi kendine apaçi dansı yapıyor, böyle minik ve şuursuz ama felaket derecede yenilesi bir şey. Allah'ım o neydi öyle ya öyle bir ooğğlum olsun, borcum da olmasın, vallahi dünyanın en mutlu insanı olurum yahu. denesek ya?

# indirim sezonu bana hiç yaramadı.

# ben istiyorum ki mr.x hiç değilse ben 84710938108398274829 kere f5'e bastıktan sonra o profil resmini bi' değiştirsin; ben onun o tipini az daha yakında göreyim. hiç olmadı staj yaptığı okulun köşesindeki çöp şeysine çöp atmaya gittiğimde karşılaşalım, feriha sıtayla olacak ama olsun. o da olmadı kampüste filan karşılaşalım? biri olsun ya büssürü seçenek sundum işte? hatırım için?

ve benim yine evet uyumam lazım.

12 Ocak 2012 Perşembe

bütünkızlartoplandık



ankara'dan hüm'ün ablası geldi. nil'le reşit de geldi. haliyle bütün kızlar toplanmış olduk. iyi de oldu. yarın da okul yok zaten.

ohh.

tabi  yazmak istediğim sürüyle şey var ama onlar da yarına artık.


bütün üşengeçliklerime rağmen yatıp uyumak yerine okudum ve bitirdim artık nihayet. hâlâ okumayanlar varsa, okumak için neyi beklediklerine dair sorgulasınlar bence kendilerini.

ayrıca ben tüyap zamanı hazır ucuz bulmuşken diye can yayınları'ndan almıştım (aaa hem ucuz hem can yayınları psikolojisi) ama biz lise 3 ya da 4'teyken sem iletişim yayınları'nınkisini okumuştu. onda doris lessing'in önsözü de var ve bence eğer alıp okuyacaksanız benim gibi gaza gelip de gidip can yayınları'ndan almaktansa gidip iletişim yayınları'nınkini alıp doris lessing'in önsözünü de okumanızı muhakkak tavsiye ederim. zaten sem bana hatırlatır hatırlatmaz ben gidip bi kitapevinde oturup okudum tabi onu ama 'elbet bir gün buluşacağız bu böyle yarım kalmayacak' falanfilan. şey demek istedim yani; taksim'e gider gitmez sahaflar çarşısına dalııp iletişim d.l. önsözlüsünü de oradan almaya karar verdim ki o da bulunsun kitaplığımda.

vee vee vee gel gelelim benim niye okumak için bu zamana kadar beklediğime. çünkü zaten okunması gereken 648892014 tane kitap var ve ben hepsini birlikte okuyamam. ve bence bütün kitapların kendilerine ait bir tılsımları var. en ihtiyacınız olduğu zamanda kendilerini okutturuyorlar. yani bence biz onları okumuyoruz, onlar kendilerini okutuyorlar. gerçekten bak. ben yine test ettim yine onayladım mesela. tam yeri ve tam da zamanında okudum yine.


* "oysa en büyük ahkalsızlık budur!" diye bağırdı. "fuhuş, bedensel ilişkiler ahlaksızlık değildir; gerçek ahlaksızlık maddi ilişkide bulunduğun kadınla manevi bağlardan sıyrılmakta... oysa ben böyle sıyrılmalarla övünüyordum."

* "biliriz bunları. hiçbiriniz istisna değilsiniz, sizler de o zaman benim düşündüğüm gibi düşünürdünüz."

* "kısacası, gençleri, genelevlere gönderen bilimin ta kendisidir."

* "frenginin tedavisi için harcanan çabaların yüzde biri ahlaksızlığı yok etme yolunda harcansaydı siflisin kökü çoktan kururdu. oysa çabalar ahlaksızlığın, kötülüğün ortadann kaldırılmasına değil de onu teşvike, olabildiğince tehlikesiz hale getirmeye harcanıyor."

* "o halde ne yapmalı?" dedim. "size göre karı koca, ancak iki yılda bir sevişebilir; erkek de..."
pozdnişev atılarak:
"...oysa erkek bunsuz duramaz değil mi?" dedi. "bu da, o sizin bilim adamlarının savı. elimden gelse, onları erkeklerin kaçınılmaz ihtiyaç duyduğunu iddia ettikleri kadın haline sokardım. bakalım o zaman da şimdiki gibi ötebilirler miydi? bir adama votkaya, tütüne ihtiyacı olduğunu telkin ederseniz, onsuz yapamaz. desenize, tanrı kullarının ihtiyaçlarını bilmiyormuş; uzmanlarınızın fikrini almadan insanları kusurlu yaratmış!.."

* "çocuklarımızı hemen hayvan yavrularından farklı şekilde büyütmeye başlamalıyız. onların vücutlarını güzelleştirmekten daha başka amaçlarımız olması gereğini aklımızdan çıkarmamalıyız."


# duymak istemediklerimizi söyleyip yer yer biraz abartsan da bilmemiz gereken her şeyi patır patır suratımıza çarptığın için teşekkürler lev amca. birinden duymamız gerekiyordu bunları.

9 Ocak 2012 Pazartesi

açık ve net; anne olmak istiyorum.

hayır yani çünkü ben zaten içimden fışkıra fışkıra gelen o anaçlık duygusunu kontrol edemiyorum; bir de sağa sola bunların böyle şebelek şebelek sevimliliğin son noktası resimlerini koyuyorlar!




BENİMKİ DE CAN BEEEEEE!!

dipnot: ben bunu bulursam Allah yaratmış demem, anası babası var hiç demem, onun o bakışlarını, o şişko göbeğini, arkasında hopidik sallanan minik poposunu, poposuna topidik topidik önden eşlik eden yanaklarını, minik şişko parmaklarını, minicik ayaklarının minicik topuklarını, o papyonunuuu, artık daha Allah ne verdiyse.. ısıra ısıra yerim.
o kadar.

8 Ocak 2012 Pazar

çook yaşa mr.x!


gel gelelim benim nasıl bunalıma girmediğime. hem pisliğin resimlerine baktım hem mik'in resimlerine baktım hem de ikisinin birden olan resmine baktım. salak çocuğun mik için yazdığı şeye baktım. ama yok, tık etmedi, bir damla bile ağlamadım. azıcık bile bunalıma girmedim.

bunu farkettiğim an nassıl gaza geldim, nassıl bir haz aldım, nassıl mutlu oldum bilemezsiniz. bu demek oluyor ki, ben artık atlattım.

ama sorun bir nasıl diye?

en son baktırdığım fal sayesinde. çünkü kız 2013'ün sonlarına doğru hayatıma girecek biriyle 2015'te evleneceğime inandırmış beni meğersem. ya da ben zaten "biri bana evleneceğimi söylese de inansam" modunda olduğumdan hemen inanıverdim. fark etmez işte neyse ne. sonuçta artık kafamın içinde sürekli kim olduğunu bilmediğim birini özlüyorum. eskiden aşk şarkıları dinleyince "benim niye bunları dinleyecek kimsem yok laannn" diye bunalıma giriyordum ama artık o kim olduğunu bilmediğim kişiyi düşünüyorum, çok mutlu oluyorum. (mr.x olsun adı da madem) türlü türlü hayaller kuruyorum içimden. o yüzden sürekli çok mutluyum artık. falcı kız mr.x'in benimle aynı bölümde olacağını, muhtemelen benden 2 dönem büyük ya da asistan filan olacağını ve bölümle ilgili bir çalışma esnasında tanışacağımızı filan söylemişti. Allaaaahhh ne hayaller ne hayaller. :)

dışarıdan bakınca salakça gibi duruyor biliyorum ama burdan çok güzel. gerçekten. o yüzden salakça görünüyor olması umrumda değil. e zaten elimde de değil. hayatımın kenarından köşesinden bir yerinden içeri aşk girince artıyor benim yaşam enerjim sadece. babam filan faktörünü hiç söylemiyorum zaten, onu salladım artık. bu engel olabildim anlamına gelmiyor ama olsun.

sonuç olarak mutluyum işte be. neyini irdeleyeyim ki.

yaşasın mr.x! ve dilerim ki tezzz zamanda gelsin. :))

bir stalker'ın anıları.

mik'i ilk bulduğumda niyazi'ye nasılsa tanıştılar diye ekletmiştim. bugün artık çok şükür kabul etmiş. ben de hemen niyazi'nin hesabına girip mik'in profilinin her ayrıntısını tek tek tek tek tek tek tek tek tek tek ve tek inceledim.

varan1# gerçekten güzel değil.
başta buna seviniyordum ama sonradan kendime kızdım ve vazgeçtim. güzel ya da çirkin olması bir şeyi değiştirmez. hem onu da Allah yarattı hem de zaten kızcağızın bir suçu yok. ama yine de güzel olsaydı "güzel ama önemli değil zaten bir suçu da yok" diyemezdim asla. kendimi yer bitirirdim. o yüzden yine de iyi ki güzel değil. artık onu daha çok seviyorum.

varan2# yemin ederim bana benziyor.
gözleri renkli, izmirli ve burnu uzun! o kızla çıkarken beni hiç hatırlamıyor olması bence imkansız. gerçekten diyorum. kıza bakar bakmaz kendimi farkettim nerdeyse. çirkin bir izmirli. burnu da uzun. eminim kimse onun da izmirli olduğuna inanmıyordur ve beyaz ten-renkli göz-uzun burun üçlüsünden ötürü karadenizli zannediyordur.

varan3# HİNDİSTAN'A GİTMİŞ!!!!
tamam bir suçu olmayabilir, hiçbir şeyden haberi olmayabilir, çok masum olabilir, ondan nefret etmemi gerektirecek bir sebebim de olmayabilir ama yine de aynı sene içinde hem onun sevgilisi olması hem de hindistan'a gitmesi ve dolayısıyla bana 2 gol birden atmış olması hiç adil değil!! O BENİM EN BÜYÜK HAYALİMDİ!!!!

varan4# mısır'a da gitmiş.
küçükken mısır mitolojisi de hep ilgimi çekerdi. ayrıca dedemin dedesinin dedesinin bilmemnesi filan işte öyle büyük dedelerimden biri mısır'dan göç etmiş türkiye'ye. ondan önce ben gitmeliydim. ama bunu 3. gol olarak kabul etmiyorum yine de. ama belli ki kafasına göre dünyayı dolaşıyor. işte bu da benim hayalim. ve bu sanırım 3. gol. (aranot: elbet bana da sıra gelecek.)

varan5# birbirlerinin hiçbir fotoğrafını, hiçbir yazısını, hiçbir şarkısını beğenmemişler.
çok ilginç değil mi? bence ilginç. ayrıca pisliğin profiline de girip altlara altlara altlara baktım ve gördüm ki bana geri döndüğünde paylaştığı bütün şarkılar duruyor. ve muhtemelen mik de benim gibi o şarkıları üstüne alındı. trajikomedi böyle bir şey işte.

varan6# ideolojik olarak birbirlerinin tam tersiler.
biri ne kadar siyahsa öteki o kadar beyaz. hayır yani bu çocuk bu konular açılınca benimle bile tartışırdı; bu kızla anlaşması bence hiç mümkün değil.

varan7# hadi pislik ikisinin resmini profil yapmış diye belli oluyor ama kızın profilinden hiçbir şey belli olmuyor ve bence bunun için çaba sarfediyor.


SONUÇ: bu iş çok sürmez arkadaş. aha da şuraya yazıyorum; o kız o çocuğu birini bulur bulmaz terk edecek. hatta keşke boynuzlasa da ben de huzura ersem. ohhh. hatta mesela dese ki; "her şey çok iyi ama uzak mesafeden olmuyor. sen istanbul'da olsaydın gerçekten çok güzel olabilirdi ama ben böyle yapamıyorum." aradan biraz zaman geçince de sevgili pislik boynuzlandığını öğrense böyle afedersiniz göt gibi kalmak deyiminin yeryüzündeki en güzel temsilcisi olsa.. OHHH... bak bak bak bak hayali bile huzur kaynağım resmen.

olaymış iyiymiş.



en sevdiğim çocuk arkadaşlarımdan. taşınmalarımızdan biri sırasında kaybolmuştu. geçenlerde istiklâl'deki insan kitap'tan yeni bir tane aldım. aradan seneler geçtiği için kapak resmi değişmiştir filan diye düşünüyordum ama bir baktım eskisinin aynısı. nasssıl mutlu oldum anlatamam. bastım bağrıma aldım hemen.

bir de sem'le tanıştığımız hafta tam you are my sunshine sayesinde yakınaştığımız gece, "aa aynı şarkıları dinliyormuşuz", "aa benden başka da country müzik seven birileri varmış!", "aa kitap okumayı da çok seviyor!", "aaa ben de o filmi çok seviyoruum!" filan derken muhabbet en sonunda bu kitaba gelmişti. kitapta dünya 2 yarımküreye ayrılıyor ve birinin adı avampaka ama diğerini hâlâ hatırlamıyorum. sem de benim hatırlamadığımı hatırlıyormuş ama benim hatırladığımı hatırlamıyormuş.

bu da öyle bir anımız işte.

seviyorum uleyn!



okumadığım zamanlarda bile hep yanımda olsunlar istiyorum. kafamı çevirince göreyim. varlıklarını hissedeyim.
hiç sorgulamamıştım onlara neden bu kadar düşkün olduğumu. aslında ilginç çünkü bazen okumaktan deli gibi kaçıyorum ama yine de hep yanımda olsunlar istiyorum. ama sanırım artık kendimi böyle kabul ettiğimden olacak, hiç sorgulamadım niye böyle olduğunu. ama geçenlerde biriyle konuşurken fark ettim. sanırım bu çok fazla taşınmak zorunda olan ve çok fazla okul değiştiren biri olmamla ilgiliymiş.

bu zamana kadar tam 8 tane şehir, 4 tane dershane, 13 tane okul, 18 tane de sınıf değiştirdim. (e daha ne olsun?) bir nevi modern göçebelik yani. her yeni gittiğim yerde de bir köşeye oturtuverdiler sağolsunlar. ben ne zaman gitsem zaten insanlar çoktan yıllarını beraber geçirdikleri için ben ilk gittiğimde önce meraktan sorarlar ismimi cismimi ama ilk tenefüste herkes kendi dünyasında devam eder. kimse fark etmez köşede tek başına oturan ve kimseyi tanımayan, geldiği yer hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kız olduğunu. hep böyle oldu işte hayatım. o yüzden yıllanmış arkadaşlıklar hakkında pek bir şey bilmem. uzun yıllar boyunca benimle kalabilen tek şey kitaplarımdır. ben o köşelerde sessiz sessiz otururken bana mecburi sessizliğimi ve yalnızlığımı unutturabilen yegane şeyler de onlardır. onların da kendi dünyaları var aslında ama yine de sonradan gelenleri kayırmazlar hiçbir zaman. hiç yabancılık çekmeden içlerinde buluverirsiniz kendinizi.

arkadaşımla konuşurken farkettim ki yanımda olmaları bana güven veriyor. ama 3-5 tane de yetmiyor öyle. çok olması lazım. verdikleri huzur o kadar fazla ki, her tatile gidip gelişimde üşenmiyorum battal boy bir kitap valizi taşımaktan. taşınabilir dost gibi yani. ben ağırlıklarına katlanıyorum onlar da karşılığında mutluluk veriyorlar. insanların yıllanmış dostlukları, anasınıfından beri  beraber oldukları arkadaşları var ama olsun, benim de kitaplarım var işte. benimle birlikte taşınırlar, benimle birlikte okul değiştirirler, ben yalnızken beni hemencecik içlerine alırlar,.. okumadığım zamanlarda bile masamda yan yana birkaç kule halinde durdukları zaman bilirim ki onlar orada durduğu sürece asla yalnız değilim.

iyi ki varlar.

5 Ocak 2012 Perşembe

yeniden başlamaca

önce baştan başlamak gerek tabi. salıyı çarşambaya bağlayan gece saçma sapatık rüyalarımdan birini gördüm yine. güöya benim artık tam hayalimdeki gibi bir çalışma odam; dolayısıyla da kocaman bir gömme kitaplığım ve taş duvarlarım varmış. ayrıyetten de artık her insan 1 kitapmış. garip ama öyleymiş yani, rüya işte. bütün insanların, yani bütün kitapların olduğu da bir kitapçı varmış bir de. ama bir görseniz; ucu da bucağı da yok. yerler göğe kadar duvarlar sonsuza kadar kitaplarla doluymuş böyle. ben de oraya gidip fellik fellik alper'in kitabını arıyormuşum. yani uyanmadan önce bulabildim mi hatırlamıyorum ama baya bir aradım ve bulduysam da hatırlamıyorum. sonra sabah okula gittim. merve'yle birlikte bu konunun içimde nasıl da bir saplantı halini aldığından filan bahsettik. psikoloji ile mantık dersleri arasında da gazetemizi alıp okulun yanındaki kafelerden birine tatlı bir şeyler yemeye gittik. bir şeyden dolayı interneti açmamız gerekmişti. ben de merve'ye mik'i gösterdim. hadi elim değmişkene bir de pisliği gösterivereyim dedim ama bir baktım görünmüyor. normalde baş harfini arama kutucuğuna yazar yazmaz arkadaşım bile olmamasına rağmen çıkıverir hemen fırt diye. hesabını dondurmasının 2 anlamı olabilir; ya ayrıldılar ya da mik'i de aldatıyor ve yakalanmamak için hesabını dondurdu. ben tabi hemen içimden kurdum o sırada da ilayda online'dı hemen ona yazıverdim "ahaa hesabını dondurmuuşş!" diye. sonra aniden bilgisayarın şarjı bitti kapandı. ardından bir baktım ilayda arıyor. neyse işte kekeleye kekeleye "sue-ella, hesabını dondurmamış ama o kızla fotoğrafını profil resmi yaptığından seni engellemiş sanırım.." dedi. sonrası da tabi ki günün sonuna kadar yatakta ağlayarak geçti. 



hayır yani neye ağlayayım onu bilemedim. 3 sene birlikteydik ve ben bir kere koydurtamadım o resimlerden birisini onun  o lanet profiline. üstelik resmen pisliğin teki ama mutlu. ben de hem suçsuz hem mutsuz. o ben daha onun hayatındayken her şeyi yok sayıp birini bulabildi; ben onun bütün yaptıklarına rağmen hâlâ hayatıma girmek için çabalayan insanları onunla kıyaslayıp beğenmemezlik yapıyorum. ayrıca beni resmen görmeyeyim diye engellemiş. çünkü biliyor ki gördüğümde üzüntümden geberirim. resmen bok gibi bir his. dahası, KIZI RESSMEN SEVİYOR!! sevmese yapmazdı çünkü hayatta. kız yollu olsa ve sırf piçlik için çıktığını bilsem canım bu kadar yanmazdı ama evet, resmen seviyor.

ve gerçekten kızın tipini görmeliydiniz. yahu ben o gerizekalının yanına gidecem diye o istanbul'a gelmeden haftalar öncesinde hazırlanmaya başlıyordum resmen. kız bir paspaall, bir dağınıııkk, bir çirkiinn, abbaaoovv.. ama çocuğu da kapmış tabi orası ayrı.

neyse işte.
benim telefon gün boyu kapalı olunca ilayda meraklanmış, telaşlanmış, söylediğine pişman olmuş filan. beni görüp içi bi rahat etsin diye kadıköy'de buluşma kararı aldık. sonra da bugün buluştuk. her zamanki gibi iskelenin oralarda bir yerlerde oturup birbirimize döktük içimizi. sonra rahatladık tabi. aslında ben dün bir daha fal baktırmayacağıma söz vermiştim ama biz tabi bir araya gelince kaçınılmaz olarak ardından falcıya gittik. kadıköy migros'un oralarda bir yer. gerçekten diğerleri fal değilmiş onu anladım. ya da asıl bu fal değildi, resmen bambaşka bir şeydi.
neydi bilmiyorum ama şu bir gerçek ki beni gerçekten çok etkiledi. hem de bayağı çok. ardından çıkıp ilayda'yla bir yerde tatlı yemeye gittik yine ve kritiğini yaptık. ona bakan o kadar etkileyici değilmiş ama benimkisi bir değişikti gerçekten. kızın bana söylediği her şeyi ilayda'ya bir bir anlattım. o da bir dahakine benimkisine gelmeye karar verdi. 

sonuç olarak da uzzuuunnca bir konuşmadan sonra yine yeni bir sayfa açmaya karar verdik ama bu sefer farklı olacak diye söz verdik. bu sefer gerçekten farklı olacak.

söz söz söz!






bugün 5 ocak! :)

2 Ocak 2012 Pazartesi


aslında kitap ayraçlarımı filan anlatmak istemiştim ama malesef ki pms geliyorum demiyor kapıya kadar dayanıyor. sonra gelsin nefretler, gitsin gereksiz öfkeler; gelsin buluttan nem kapmalar, gitsin iki göz iki çeşme ağlamalar; gelsin sivilceler, gitsin bitmiş nutella kavanozları..

# gece pms yattım zaten ama sabah mutlu olacağıma söz vermiştim üstelik çok da hevesliydim. sonra hüm uyandırdı beni. ben birlikte kahvaltı filan yaparız zannederken o meğersem sevgilisinin evine gidecekmiş kahvaltı için. normalde bile kıçımı dönüp yatamam zaten. pislik gelir aklıma "bok yesin" derim, ondan sonra kıçımı dönüp yatarım. ama öyle olmadı tabi. aklıma direk o gelince hemen gözlerim doluverdi. sonra ben de çektim yorganı ağladım. hüm "neyin var?" diye sorunca da birden "rüyamda pisliği gördüm." deyiverdim gitti. görmedim aslında rüyamda filan. ama yerdeki halının sol üst tarafındaki anlamsız ve bir türlü geçmeyen bir lekeden bile onun herhangi bir şeysini hatırlayabilirim ben; rüyamda görmeme ne gerek var ki? ayrıca da onlar bizim de hayallerimizdi. :'(
(tam bu sırada the cranberries - linger çalması evren'in 'ağzına sıçtım ama daha çok da sıçabilirim' mesajından başka bir şeyse de ben bilmiyorum.)
off neyse bu konudan sıkıldım.

# sağ bileğim sakat olduğu için kullanamıyorum üstelik bölümüm psikoloji ve sürekli bir şeyler yazmak zorundayım. o yüzden de derslerde babamın yüzbinmilyon yıllardır yaptığı kötülüklerin günahını çıkartma fırsatı yakaladığı için aldığı macbook air ile not tutuyorum. bileğimde de altı üstü demir olan siyah bir şey takılı hep yazı yazarken. bileğimin hareketini engellemesi için. bu hiç hoş bir şey değil. hele benim gibi yazmayı çok seven ve kendini bildi bileli yazarak çalışan bir insan için hiç hiç değil. ama bazı insanlar resmen bunu artistlik için yaptığımı zannediyorlar. şu bir gerçek ki hiçbiri zerre kadar umrumda değil ama en sevdiğim hoca hakan hoca'nın da öyle düşündüğünü bana böylesine çaktırması -hele de ben pms'ken- hiç hoş değildi bi kere! :( canımımın acısına mı yanayım hakan hoca'ya mı yanayım bilemedim.

# hüm için pilav ısıtıyordum ki parmağımı azıcıcık yaktım ama çok azıcıcıcık. ama şimdi kıpkırmızı ve çok canım acıyor. gerçekten.

# aklıma nerden esti bilmiyorum ama kopmak üzere olan ilişkimizin düzelmesini gerçekten çok istemiştim. büşra'dan söz ediyorum. damla'yla zaten iyiydik yine de; şimdi bence ikisiyle de sandığım kadar iyi değilmiş. ben normal sevdiğim insanlara bile "sınavlarım başlıyor çok yoğunum, kafamı kaşıyacak vaktim yok, zaman kaybetmemek için tuvalete gitmiyorum" edebiyatı yaptıktan sonra istanbul'un öteki ucuna gidip bir de nispet yapar gibi etiketlemem yani en azından.

metis yayınlarının 2012 ajandasını almıştım hem de çok beğenerek ama sadece benimkisine ocak ayını basmayı unutmuşlar. bu ne allaşkına?

# kendimi yalnız hissetmemin bir sonu olmalı bence. o ikisini saymıyorum zaten ama engellenemez bir şekilde hüm, sem ve ilayda'dan bir şeyler bekliyorum sanırım. ece temelkuran'ın kitabında okumuştum:

"biri en fazla magmasını geçer diğerinin
sıra çekirdeğe gelince.. "


o yüzden o pisliği çok özlüyorum işte.
bok yesin.

pms olduğum için böyle hissettiğimi biliyorum ama yine de bunun geçici bir duygu olduğunu bilmek geçeceğine inanmak anlamına gelmiyor. sanki dünyanın en yalnız, en mutsuz, en parasız, en şanssız, en karnı ağrıyan, en beceriksiz, en aldatılan, en... insanı ben gibiyim.
kadın olmak çok zor.

ama blog iyi ki var.

işte böyle.