30 Ocak 2012 Pazartesi

of ya her önüme geleni mr.x zannetmek çok yorucu.

-mülayim
-zengin
-benden 1 yaş büyük.
-benzer bölüm.

bu kalıba sığabilen 840123368217381 tane insan şimdiden çıktı bile karşıma!

29 Ocak 2012 Pazar

...veee kaçınılmaz son: finaller!


biz öğrenciler böyleyizdir; bir gün başımıza geleceğini biliriz ama yine de hep o yokmuş gibi davranırız. yumurtanın kapıya dayandığı ana kadar her şey yolundaymış gibi gezer tozar eğleniriz. yumurta kapıya dayandığı anda da öyle bir panik yaparız ki o panik bize okuduğumuz her cümlenin beynimize kazınmasını sağlayan özel gücü kazandırır. sınavdan bir önceki gün gelir çatar ve o panik başlayınca biz çalışma odamızın bir kenarında duran kitaplara bakıp damarlarımızda yeniden etki etmeye başlayan özel gücümüzü hissedip derhal bütün cephaneliklerimizi(bkz:resim) hazır edip işe koyuluruz.

benim yarın sabah 10'da psikoloji finalim var. ben de bu saate kadar internetteydim, evet. çünkü yumurta kapıya dayanmadan çalışamıyorum. hava hafiften kararmaya başladığı için şimdi son cümlelerimi toparlamaya başlasam iyi olur. çünkü yarınki sınavla final haftasının başlayacağı andan itibaren biteceği ana kadar internet bana haram, bana azap, bana cehennem. o yüzden aklımdaki her şeyi finallere başlamadan yazdım ki ders çalışırken sol omzumdaki habire "ay onu yazacaktın, ay şunu diyecektin" diyemesin.

evet, şimdi hazırım.


FİNALLER!!
teslim olun, kimsenin canı yanmasın!!
 

uzzuuuuuunn bir ara sonra aybük'ümle buluştuk en sonunda. önceleri o sokak benim bu cadde senin herrr tarafı elimizde haritamızla keşfederdik filan ama hem havalar soğuk hem de konuşulacak 7501319274801380 tane şey var diye bu sefer sadece oturduk kadıköy'de. bir de kar yağdı ya; ne kadar güzeldi iskelenin orası anlatamam. :) fotoğraf makinem olmadığı için telefonla çekebildim sadece, onunla da ancak bu kadar işte.

aybük'ümle de 8701839201478 saat oturduk finallerden önce bir güzel rahatladım. havalar ısınınca da tekrar keşfe çıkacağız.

yaşasın aybüükk, yaşasın istanbuuulll, yaşasın keşfetmeekk!! :)))

şaştımkaldımafalladımvayycanınaaşimdiyandımm!


bir arkadaşım var; ne zaman bir şey anlatsam "hayırlısı" diyor. e tamam ben de biliyorum, "hayırlısı." ama şunu anlayamıyorum; neden "hayırlısı" olan hep bizim için kötü olan? neden umduklarımız bir kere bulduklarımızla aynı olmuyor? üstelik ne kadar iyi bir şey dilersen, ne kadar uğraşırsan iyi bir şey için, ne kadar mutlu olmayı umarsan o kadar tepetaklak oluyorsun.

gerçekten bu eve çıkarken çok iyi şeyler düşünüyordum. her şey mükemmel olacak zannediyordum. hüm'le ben birlikte olacağız ya sonuçta. falan filan işte.

şimdi aramız bence hiç iyi değil. eskisi gibi olmadığımız çok belli zaten. 2 haftadır bi garipti. geçenlerde tartıştık hem de amela yüzünden. şimdi çektirme sırası amela'da. o amela için benim kalbimi kırarsa o da öyle yapar tabi bu işler böyle. hele o kız var ya o kız zaten başlı başına bir hayal kırıklığı.

ben gerçekten böyle ummamıştım. hem de hiç. bir de o kadar çirkeflendim millete ille de hüm'le beraber kalacağız diye. zaten ne zaman birisi için çok fazla şey yaparsam illa başıma bir iş geliyor. illa yani, hiç şaşmadı.

işte öyle.

medeni hali: kadın. / medeni halim: havuç.


gidebilmeyi gerçekten çok istemiştim ama mantar tarlasında bir havuç olduğum için gidemedim. normalde çirkeflenir giderdim çünkü bendimi çiğner aşar enginlere de sığmaz taşar kimselerin beni tutamayacağı hale gelmesini iyi bilirim ben ama araya başka şeyler girdi işte. evren gitmemi istemedi. şimdi sessiz sessiz, hanım hanımcık oturuyorsam, bu bir gün bütün bunların hesabını soracağım konusunda kendime güvendiğim için.

mesut insanlar fotoğrafhanesi


en son lise 2'deyken filan gitmiştim sanırım. baktım tiyatroyu özlemişim, e biraz da rast geldi, ben de kalktım gittim.

iyii ki gitmişim. ne güzel oyundu o öyle. uğur arda aydın nekkkadar güzel oynadı öyle. aralarda şarkı da söyledi hatta ama o şarkıları bulamadım. şu finaller bi' bitsin, daha çok peşine düşeceğim o şarkıların. illa ki açıp dinlemek lazım.

memleketimiz izmir. ama izmir'de de tatiller dışında yaşamadık hiç. habire göçebe gibi oradan oraya gezdik. istanbul'a da ilk kez 10 yaşındayken okul gezisiyle gelmiştim. küçüğüm tabi o zamanlar. bilemedim ne olduğunu ama o zamana kadar gezdiğimiz yerlerden bi' farkı olduğunu bilebildim. insanın kendini bir yere ait hissetmesinin ne kadar önemli olduğunu farkettiğimde de lisedeydim. benim de memleketim olsun, ben de kendimi bir yere ait hissedeyim istedim ve kendime istanbul'u seçtim. sonra da üniversite sınavına akdar kendimi eşşek gibi çalışmaya adayıp kazandım geldim. geldiğimden beri de karış karış gezdim, kaybolabildiğim kadar kayboldum sokaklarında. evden karşıdaki bakkala gitmeye üşenirdim ama hiç üşenmedim; doya doya ağlayabilmek için tepelerine gittim. farklılıklarımızın güzelliğimiz olduğunu görebilmek için istiklâl'de yürüdüm, çarşaflı arap kadınlarla sarhoş gezenlerin birbirlerine küfretmeden aynı caddede gezebildiklerini görünce çok mutlu oldum. yeri geldi ben de ağlayan zenci bebeğe elinde kalan son çikolatayı veren beyaz kız oldum. canım neşelenmek istedi cihangir'in rengarenk eski binaları arasında dolandım. yeri geldi uzaklara üşendim, florya sahili'yle yetindim. hiç dışlamadı beni istanbul, hiç garip hissetmedim kendimi. taşındığımız yerlerdeki gibi yabancı kalmadım hiç. önceleri tatilde izmir'e gittiğimizde hep arkadaşlarımı özlerdim ama yaz tatillinde istanbul'dan ayrılıp izmir'e gidince insanları değil, asıl istanbul'u özlediğimi farkettim.

şu da bir gerçek ki ziya osman saba'yı çok kıskandım. ama olsun, yine de çok geç kalmadım. yaptığım tercih belki de hayatımın en başarılı hatta belki de tek başarılı tercihi.

iyi ki gitmişim bu oyuna.

iyi ki varsın istanbul.

27 Ocak 2012 Cuma

merhaba, ben havuç.


koskoca mantar tarlasında tek başına bir havuç olmak; yetmiyormuş gibi herkesin seni mantarlaştırmaya çalışmasıyla baş etmeye çalışmak; o da yetmiyormuş gibi sürekli ikili oynamak zorunda kalmak çok kötü.

evet ben bir havucum ve havuç olmayı çok seviyorum. ama mantar babamın ve değişik annemin başarılı bir mantara dönüşmemi umarak beni ektikleri bu tarladan nefret ediyorum. dahası hiçbir şekilde kaçışım yok. ama sürekli kavga ediyoruz. mantarmışım gibi davranmaya çalışıyorlar ama aslında tarladaki bütün mantarlar havuç olduğumun farkında. içlerinde bir havuca tahammül etmek tabi onlar için de zor. ama yine de olmaları gereken yerde, olmaları gereken sebzelerin yanındalar. hepsi mantar beyinli ama yine de mutlular. oysa ben tek başıma bir havucum. buradan tek başıma kaçmam imkansız. kaçabilseydim ne olurdu diye düşünüyorum bazen. sonra düşünemiyorum. çünkü mantar tarlası olmayan bir yerde yaşamadım hiç.

bebek bir havuçken her şey nasıldı hiç hatırlamıyorum. çocuk bir havuçken çok garipti. her ne kadar benim bütün çevrem mantarlardan oluşsa da bütün sebzeler vardı orada. babamı pek tanımıyordum ama büyük bir mantar olduğunu biliyordum. küçük bir havuç için sebzeleri tanımak zaten yeterince zor ama eğer küçük bir havuçsanız, mantar babanızı hiç tanımıyorsanız ama herkes onu çok tanıyorsa ve çok seviyorsa ve garip bir şekilde siz onu gördüğünüz azcık zamanda  o hiç de başkalarının bahsettiği iyi yürekli bir mantar değilse, işte o zaman her şey daha zor. tam o zamanlardı işte. mantar amcalar havuç olduğum için hiç sevemediler beni. "böyle mantar olunmaz!" dediler. oysa ki ben zaten mantar değildim, üstelik mantarın ne olduğunu bile bilmiyordum. sadece babamın kötü biri olduğunu ve sevilen bir mantar olduğunu biliyordum. böylece mantarların kötü olduklarını yavaş yavaş öğrenmeye başladım. yine de hiçbir zaman emin olamıyordum ve açıkçası olmak da istemiyordum. çünkü herkesin babası vardı ve ben de babası olan, babasını seven, mutlu sebzelerden olmak istiyordum.

bir gün baş mantarla tanıştım. onu diyen diğer mantarlara bir şeyler anlatıyordu. hiç dinlemek istemedim. ama bir ara kulaklarıma engel olamadım. çünkü hep öyle olur; duyduğunuzda mutlu olacağınız şeyleri duymayabilirsiniz ama duduğunuz an sizi ömrünüz boyu sarsmaya yetecek bir şey söz konusuysa duymama ihtimaliniz asla olmaz. birden istemsiz bir şekilde dikkat kesildim. baba mantarlardan kötü mantarlar olmasını istiyordu. o an onu dünyanın en nefret edilesi sebsezi ilan ettim ve bir daha da asla sevemedim. fakat benden başka kimse farkında değildi ne olduğunun. çünkü bütün sebzeler, ben hariç, babalarıyla mutluydular.

sonra iyice büyüdüğümde beni bir mantar tarlasına ektiler. buraya ekilen herkes ne olursa olsun sonradan mantara dönüşürdü ve beyinlerinin mantarlaşmasına da engel olamazdı, biliyordum. korkuyla mantara dönüşenleri izledim. bazen hiç şaşırmadım mantara dönüşenlere ama bazen çok sevdiğim insanları kaybettiğim için çök üzüldüm. ordan kaçmanın bir yolu olsaydi belki de hep birlikte kaçardık ama hiçbirimiz kaçamadık. onlar yavaş yavaş mantara dönüştüler, ben de korkuyla izledim. ama hiçbiri havuç değildi, zaten havuçlar mantara dönüşemezler. benhep havuç kaldım. bir babam yoktu, annem çok uzaktaydı ve olduğum tarlada benden başka tek bir havuç bile yoktu.

işte böyle. bir sonu yok çünkü olduğum yerde çakılı kaldım.

mutsuz bir havucum ben.

evet, geldi mi peş peşe gelir. bu işin raconunun böyle olduğunu tecrübeyle sabit bir şekilde biliyorum zaten. ama yine de insan her seferinde, sanırım doğası gereği, yadırgıyor.

uzun zamandır kotam olmadığı için hiçbir şey yazamadım. hatta şimdi de yok ve artık son çare textedit'ten yazıyorum. böyle yazmaya çalışınca bloğun ne kadar önemli olduğunu farkettim. insan böyle saçma sapan bir metin belgesinden yazınca yeterince moda giremiyor. ama mutsuzluk balonum o kadar şişti ki artık biraz inip rahatlayabilmesi için ona yardımcı olmak zorundayım.

ben demiştim işte onlarla ilgisi yok, benim bahtım gereği fırsatını bulur bulmaz ağzıma sıçarlar diye. ilk defa hüm'le kavga ettik. yaklaşık 2 haftadır tavırları çok değişikti zaten. öyle olunca içimden sürekli durum değerlendirmesi yapıp onun davranışlarını anlamlandırmaya adadım kendimi. belki de evimizin ayrılma ihtimali var diye psikolojik olarak kendi kendine bir savunma sistemi geliştiriyor ve kendini benden uzaklaştırmaya çalışıyor olabileceğini düşündüm. tabi bu kırılmadığım, üzülmediğim anlamına gelmiyor. belki de rüyamda beni o durumda bırakıp gittiğini görmem de boşuna değildi, kim bilir.. ama dün yaptıklarından sonra yanıma gelip ağlamıştı, "aldırma bana ben saçmalıyorum" filan demişti ama bugün hiç de pişman bir hali yok.

üstelik finallerimiz haftaya başlayacak ve üstelik yarın sabah birlikte reşitlere gidecektik. 

her şey çok bok.

15 Ocak 2012 Pazar

şunları söylemeliyim ki;

# bugün flyinn'de müükkkkemmel bir çocuk gördüm ama harika bir şeydi böyle sarı kıvır kıvır saçları vardı kırmızı bişeler giyinmiş starbucks'ın orda kendi kendine apaçi dansı yapıyor, böyle minik ve şuursuz ama felaket derecede yenilesi bir şey. Allah'ım o neydi öyle ya öyle bir ooğğlum olsun, borcum da olmasın, vallahi dünyanın en mutlu insanı olurum yahu. denesek ya?

# indirim sezonu bana hiç yaramadı.

# ben istiyorum ki mr.x hiç değilse ben 84710938108398274829 kere f5'e bastıktan sonra o profil resmini bi' değiştirsin; ben onun o tipini az daha yakında göreyim. hiç olmadı staj yaptığı okulun köşesindeki çöp şeysine çöp atmaya gittiğimde karşılaşalım, feriha sıtayla olacak ama olsun. o da olmadı kampüste filan karşılaşalım? biri olsun ya büssürü seçenek sundum işte? hatırım için?

ve benim yine evet uyumam lazım.

12 Ocak 2012 Perşembe

bütünkızlartoplandık



ankara'dan hüm'ün ablası geldi. nil'le reşit de geldi. haliyle bütün kızlar toplanmış olduk. iyi de oldu. yarın da okul yok zaten.

ohh.

tabi  yazmak istediğim sürüyle şey var ama onlar da yarına artık.


bütün üşengeçliklerime rağmen yatıp uyumak yerine okudum ve bitirdim artık nihayet. hâlâ okumayanlar varsa, okumak için neyi beklediklerine dair sorgulasınlar bence kendilerini.

ayrıca ben tüyap zamanı hazır ucuz bulmuşken diye can yayınları'ndan almıştım (aaa hem ucuz hem can yayınları psikolojisi) ama biz lise 3 ya da 4'teyken sem iletişim yayınları'nınkisini okumuştu. onda doris lessing'in önsözü de var ve bence eğer alıp okuyacaksanız benim gibi gaza gelip de gidip can yayınları'ndan almaktansa gidip iletişim yayınları'nınkini alıp doris lessing'in önsözünü de okumanızı muhakkak tavsiye ederim. zaten sem bana hatırlatır hatırlatmaz ben gidip bi kitapevinde oturup okudum tabi onu ama 'elbet bir gün buluşacağız bu böyle yarım kalmayacak' falanfilan. şey demek istedim yani; taksim'e gider gitmez sahaflar çarşısına dalııp iletişim d.l. önsözlüsünü de oradan almaya karar verdim ki o da bulunsun kitaplığımda.

vee vee vee gel gelelim benim niye okumak için bu zamana kadar beklediğime. çünkü zaten okunması gereken 648892014 tane kitap var ve ben hepsini birlikte okuyamam. ve bence bütün kitapların kendilerine ait bir tılsımları var. en ihtiyacınız olduğu zamanda kendilerini okutturuyorlar. yani bence biz onları okumuyoruz, onlar kendilerini okutuyorlar. gerçekten bak. ben yine test ettim yine onayladım mesela. tam yeri ve tam da zamanında okudum yine.


* "oysa en büyük ahkalsızlık budur!" diye bağırdı. "fuhuş, bedensel ilişkiler ahlaksızlık değildir; gerçek ahlaksızlık maddi ilişkide bulunduğun kadınla manevi bağlardan sıyrılmakta... oysa ben böyle sıyrılmalarla övünüyordum."

* "biliriz bunları. hiçbiriniz istisna değilsiniz, sizler de o zaman benim düşündüğüm gibi düşünürdünüz."

* "kısacası, gençleri, genelevlere gönderen bilimin ta kendisidir."

* "frenginin tedavisi için harcanan çabaların yüzde biri ahlaksızlığı yok etme yolunda harcansaydı siflisin kökü çoktan kururdu. oysa çabalar ahlaksızlığın, kötülüğün ortadann kaldırılmasına değil de onu teşvike, olabildiğince tehlikesiz hale getirmeye harcanıyor."

* "o halde ne yapmalı?" dedim. "size göre karı koca, ancak iki yılda bir sevişebilir; erkek de..."
pozdnişev atılarak:
"...oysa erkek bunsuz duramaz değil mi?" dedi. "bu da, o sizin bilim adamlarının savı. elimden gelse, onları erkeklerin kaçınılmaz ihtiyaç duyduğunu iddia ettikleri kadın haline sokardım. bakalım o zaman da şimdiki gibi ötebilirler miydi? bir adama votkaya, tütüne ihtiyacı olduğunu telkin ederseniz, onsuz yapamaz. desenize, tanrı kullarının ihtiyaçlarını bilmiyormuş; uzmanlarınızın fikrini almadan insanları kusurlu yaratmış!.."

* "çocuklarımızı hemen hayvan yavrularından farklı şekilde büyütmeye başlamalıyız. onların vücutlarını güzelleştirmekten daha başka amaçlarımız olması gereğini aklımızdan çıkarmamalıyız."


# duymak istemediklerimizi söyleyip yer yer biraz abartsan da bilmemiz gereken her şeyi patır patır suratımıza çarptığın için teşekkürler lev amca. birinden duymamız gerekiyordu bunları.

9 Ocak 2012 Pazartesi

açık ve net; anne olmak istiyorum.

hayır yani çünkü ben zaten içimden fışkıra fışkıra gelen o anaçlık duygusunu kontrol edemiyorum; bir de sağa sola bunların böyle şebelek şebelek sevimliliğin son noktası resimlerini koyuyorlar!




BENİMKİ DE CAN BEEEEEE!!

dipnot: ben bunu bulursam Allah yaratmış demem, anası babası var hiç demem, onun o bakışlarını, o şişko göbeğini, arkasında hopidik sallanan minik poposunu, poposuna topidik topidik önden eşlik eden yanaklarını, minik şişko parmaklarını, minicik ayaklarının minicik topuklarını, o papyonunuuu, artık daha Allah ne verdiyse.. ısıra ısıra yerim.
o kadar.

8 Ocak 2012 Pazar

çook yaşa mr.x!


gel gelelim benim nasıl bunalıma girmediğime. hem pisliğin resimlerine baktım hem mik'in resimlerine baktım hem de ikisinin birden olan resmine baktım. salak çocuğun mik için yazdığı şeye baktım. ama yok, tık etmedi, bir damla bile ağlamadım. azıcık bile bunalıma girmedim.

bunu farkettiğim an nassıl gaza geldim, nassıl bir haz aldım, nassıl mutlu oldum bilemezsiniz. bu demek oluyor ki, ben artık atlattım.

ama sorun bir nasıl diye?

en son baktırdığım fal sayesinde. çünkü kız 2013'ün sonlarına doğru hayatıma girecek biriyle 2015'te evleneceğime inandırmış beni meğersem. ya da ben zaten "biri bana evleneceğimi söylese de inansam" modunda olduğumdan hemen inanıverdim. fark etmez işte neyse ne. sonuçta artık kafamın içinde sürekli kim olduğunu bilmediğim birini özlüyorum. eskiden aşk şarkıları dinleyince "benim niye bunları dinleyecek kimsem yok laannn" diye bunalıma giriyordum ama artık o kim olduğunu bilmediğim kişiyi düşünüyorum, çok mutlu oluyorum. (mr.x olsun adı da madem) türlü türlü hayaller kuruyorum içimden. o yüzden sürekli çok mutluyum artık. falcı kız mr.x'in benimle aynı bölümde olacağını, muhtemelen benden 2 dönem büyük ya da asistan filan olacağını ve bölümle ilgili bir çalışma esnasında tanışacağımızı filan söylemişti. Allaaaahhh ne hayaller ne hayaller. :)

dışarıdan bakınca salakça gibi duruyor biliyorum ama burdan çok güzel. gerçekten. o yüzden salakça görünüyor olması umrumda değil. e zaten elimde de değil. hayatımın kenarından köşesinden bir yerinden içeri aşk girince artıyor benim yaşam enerjim sadece. babam filan faktörünü hiç söylemiyorum zaten, onu salladım artık. bu engel olabildim anlamına gelmiyor ama olsun.

sonuç olarak mutluyum işte be. neyini irdeleyeyim ki.

yaşasın mr.x! ve dilerim ki tezzz zamanda gelsin. :))

bir stalker'ın anıları.

mik'i ilk bulduğumda niyazi'ye nasılsa tanıştılar diye ekletmiştim. bugün artık çok şükür kabul etmiş. ben de hemen niyazi'nin hesabına girip mik'in profilinin her ayrıntısını tek tek tek tek tek tek tek tek tek tek ve tek inceledim.

varan1# gerçekten güzel değil.
başta buna seviniyordum ama sonradan kendime kızdım ve vazgeçtim. güzel ya da çirkin olması bir şeyi değiştirmez. hem onu da Allah yarattı hem de zaten kızcağızın bir suçu yok. ama yine de güzel olsaydı "güzel ama önemli değil zaten bir suçu da yok" diyemezdim asla. kendimi yer bitirirdim. o yüzden yine de iyi ki güzel değil. artık onu daha çok seviyorum.

varan2# yemin ederim bana benziyor.
gözleri renkli, izmirli ve burnu uzun! o kızla çıkarken beni hiç hatırlamıyor olması bence imkansız. gerçekten diyorum. kıza bakar bakmaz kendimi farkettim nerdeyse. çirkin bir izmirli. burnu da uzun. eminim kimse onun da izmirli olduğuna inanmıyordur ve beyaz ten-renkli göz-uzun burun üçlüsünden ötürü karadenizli zannediyordur.

varan3# HİNDİSTAN'A GİTMİŞ!!!!
tamam bir suçu olmayabilir, hiçbir şeyden haberi olmayabilir, çok masum olabilir, ondan nefret etmemi gerektirecek bir sebebim de olmayabilir ama yine de aynı sene içinde hem onun sevgilisi olması hem de hindistan'a gitmesi ve dolayısıyla bana 2 gol birden atmış olması hiç adil değil!! O BENİM EN BÜYÜK HAYALİMDİ!!!!

varan4# mısır'a da gitmiş.
küçükken mısır mitolojisi de hep ilgimi çekerdi. ayrıca dedemin dedesinin dedesinin bilmemnesi filan işte öyle büyük dedelerimden biri mısır'dan göç etmiş türkiye'ye. ondan önce ben gitmeliydim. ama bunu 3. gol olarak kabul etmiyorum yine de. ama belli ki kafasına göre dünyayı dolaşıyor. işte bu da benim hayalim. ve bu sanırım 3. gol. (aranot: elbet bana da sıra gelecek.)

varan5# birbirlerinin hiçbir fotoğrafını, hiçbir yazısını, hiçbir şarkısını beğenmemişler.
çok ilginç değil mi? bence ilginç. ayrıca pisliğin profiline de girip altlara altlara altlara baktım ve gördüm ki bana geri döndüğünde paylaştığı bütün şarkılar duruyor. ve muhtemelen mik de benim gibi o şarkıları üstüne alındı. trajikomedi böyle bir şey işte.

varan6# ideolojik olarak birbirlerinin tam tersiler.
biri ne kadar siyahsa öteki o kadar beyaz. hayır yani bu çocuk bu konular açılınca benimle bile tartışırdı; bu kızla anlaşması bence hiç mümkün değil.

varan7# hadi pislik ikisinin resmini profil yapmış diye belli oluyor ama kızın profilinden hiçbir şey belli olmuyor ve bence bunun için çaba sarfediyor.


SONUÇ: bu iş çok sürmez arkadaş. aha da şuraya yazıyorum; o kız o çocuğu birini bulur bulmaz terk edecek. hatta keşke boynuzlasa da ben de huzura ersem. ohhh. hatta mesela dese ki; "her şey çok iyi ama uzak mesafeden olmuyor. sen istanbul'da olsaydın gerçekten çok güzel olabilirdi ama ben böyle yapamıyorum." aradan biraz zaman geçince de sevgili pislik boynuzlandığını öğrense böyle afedersiniz göt gibi kalmak deyiminin yeryüzündeki en güzel temsilcisi olsa.. OHHH... bak bak bak bak hayali bile huzur kaynağım resmen.

olaymış iyiymiş.



en sevdiğim çocuk arkadaşlarımdan. taşınmalarımızdan biri sırasında kaybolmuştu. geçenlerde istiklâl'deki insan kitap'tan yeni bir tane aldım. aradan seneler geçtiği için kapak resmi değişmiştir filan diye düşünüyordum ama bir baktım eskisinin aynısı. nasssıl mutlu oldum anlatamam. bastım bağrıma aldım hemen.

bir de sem'le tanıştığımız hafta tam you are my sunshine sayesinde yakınaştığımız gece, "aa aynı şarkıları dinliyormuşuz", "aa benden başka da country müzik seven birileri varmış!", "aa kitap okumayı da çok seviyor!", "aaa ben de o filmi çok seviyoruum!" filan derken muhabbet en sonunda bu kitaba gelmişti. kitapta dünya 2 yarımküreye ayrılıyor ve birinin adı avampaka ama diğerini hâlâ hatırlamıyorum. sem de benim hatırlamadığımı hatırlıyormuş ama benim hatırladığımı hatırlamıyormuş.

bu da öyle bir anımız işte.

seviyorum uleyn!



okumadığım zamanlarda bile hep yanımda olsunlar istiyorum. kafamı çevirince göreyim. varlıklarını hissedeyim.
hiç sorgulamamıştım onlara neden bu kadar düşkün olduğumu. aslında ilginç çünkü bazen okumaktan deli gibi kaçıyorum ama yine de hep yanımda olsunlar istiyorum. ama sanırım artık kendimi böyle kabul ettiğimden olacak, hiç sorgulamadım niye böyle olduğunu. ama geçenlerde biriyle konuşurken fark ettim. sanırım bu çok fazla taşınmak zorunda olan ve çok fazla okul değiştiren biri olmamla ilgiliymiş.

bu zamana kadar tam 8 tane şehir, 4 tane dershane, 13 tane okul, 18 tane de sınıf değiştirdim. (e daha ne olsun?) bir nevi modern göçebelik yani. her yeni gittiğim yerde de bir köşeye oturtuverdiler sağolsunlar. ben ne zaman gitsem zaten insanlar çoktan yıllarını beraber geçirdikleri için ben ilk gittiğimde önce meraktan sorarlar ismimi cismimi ama ilk tenefüste herkes kendi dünyasında devam eder. kimse fark etmez köşede tek başına oturan ve kimseyi tanımayan, geldiği yer hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kız olduğunu. hep böyle oldu işte hayatım. o yüzden yıllanmış arkadaşlıklar hakkında pek bir şey bilmem. uzun yıllar boyunca benimle kalabilen tek şey kitaplarımdır. ben o köşelerde sessiz sessiz otururken bana mecburi sessizliğimi ve yalnızlığımı unutturabilen yegane şeyler de onlardır. onların da kendi dünyaları var aslında ama yine de sonradan gelenleri kayırmazlar hiçbir zaman. hiç yabancılık çekmeden içlerinde buluverirsiniz kendinizi.

arkadaşımla konuşurken farkettim ki yanımda olmaları bana güven veriyor. ama 3-5 tane de yetmiyor öyle. çok olması lazım. verdikleri huzur o kadar fazla ki, her tatile gidip gelişimde üşenmiyorum battal boy bir kitap valizi taşımaktan. taşınabilir dost gibi yani. ben ağırlıklarına katlanıyorum onlar da karşılığında mutluluk veriyorlar. insanların yıllanmış dostlukları, anasınıfından beri  beraber oldukları arkadaşları var ama olsun, benim de kitaplarım var işte. benimle birlikte taşınırlar, benimle birlikte okul değiştirirler, ben yalnızken beni hemencecik içlerine alırlar,.. okumadığım zamanlarda bile masamda yan yana birkaç kule halinde durdukları zaman bilirim ki onlar orada durduğu sürece asla yalnız değilim.

iyi ki varlar.

5 Ocak 2012 Perşembe

yeniden başlamaca

önce baştan başlamak gerek tabi. salıyı çarşambaya bağlayan gece saçma sapatık rüyalarımdan birini gördüm yine. güöya benim artık tam hayalimdeki gibi bir çalışma odam; dolayısıyla da kocaman bir gömme kitaplığım ve taş duvarlarım varmış. ayrıyetten de artık her insan 1 kitapmış. garip ama öyleymiş yani, rüya işte. bütün insanların, yani bütün kitapların olduğu da bir kitapçı varmış bir de. ama bir görseniz; ucu da bucağı da yok. yerler göğe kadar duvarlar sonsuza kadar kitaplarla doluymuş böyle. ben de oraya gidip fellik fellik alper'in kitabını arıyormuşum. yani uyanmadan önce bulabildim mi hatırlamıyorum ama baya bir aradım ve bulduysam da hatırlamıyorum. sonra sabah okula gittim. merve'yle birlikte bu konunun içimde nasıl da bir saplantı halini aldığından filan bahsettik. psikoloji ile mantık dersleri arasında da gazetemizi alıp okulun yanındaki kafelerden birine tatlı bir şeyler yemeye gittik. bir şeyden dolayı interneti açmamız gerekmişti. ben de merve'ye mik'i gösterdim. hadi elim değmişkene bir de pisliği gösterivereyim dedim ama bir baktım görünmüyor. normalde baş harfini arama kutucuğuna yazar yazmaz arkadaşım bile olmamasına rağmen çıkıverir hemen fırt diye. hesabını dondurmasının 2 anlamı olabilir; ya ayrıldılar ya da mik'i de aldatıyor ve yakalanmamak için hesabını dondurdu. ben tabi hemen içimden kurdum o sırada da ilayda online'dı hemen ona yazıverdim "ahaa hesabını dondurmuuşş!" diye. sonra aniden bilgisayarın şarjı bitti kapandı. ardından bir baktım ilayda arıyor. neyse işte kekeleye kekeleye "sue-ella, hesabını dondurmamış ama o kızla fotoğrafını profil resmi yaptığından seni engellemiş sanırım.." dedi. sonrası da tabi ki günün sonuna kadar yatakta ağlayarak geçti. 



hayır yani neye ağlayayım onu bilemedim. 3 sene birlikteydik ve ben bir kere koydurtamadım o resimlerden birisini onun  o lanet profiline. üstelik resmen pisliğin teki ama mutlu. ben de hem suçsuz hem mutsuz. o ben daha onun hayatındayken her şeyi yok sayıp birini bulabildi; ben onun bütün yaptıklarına rağmen hâlâ hayatıma girmek için çabalayan insanları onunla kıyaslayıp beğenmemezlik yapıyorum. ayrıca beni resmen görmeyeyim diye engellemiş. çünkü biliyor ki gördüğümde üzüntümden geberirim. resmen bok gibi bir his. dahası, KIZI RESSMEN SEVİYOR!! sevmese yapmazdı çünkü hayatta. kız yollu olsa ve sırf piçlik için çıktığını bilsem canım bu kadar yanmazdı ama evet, resmen seviyor.

ve gerçekten kızın tipini görmeliydiniz. yahu ben o gerizekalının yanına gidecem diye o istanbul'a gelmeden haftalar öncesinde hazırlanmaya başlıyordum resmen. kız bir paspaall, bir dağınıııkk, bir çirkiinn, abbaaoovv.. ama çocuğu da kapmış tabi orası ayrı.

neyse işte.
benim telefon gün boyu kapalı olunca ilayda meraklanmış, telaşlanmış, söylediğine pişman olmuş filan. beni görüp içi bi rahat etsin diye kadıköy'de buluşma kararı aldık. sonra da bugün buluştuk. her zamanki gibi iskelenin oralarda bir yerlerde oturup birbirimize döktük içimizi. sonra rahatladık tabi. aslında ben dün bir daha fal baktırmayacağıma söz vermiştim ama biz tabi bir araya gelince kaçınılmaz olarak ardından falcıya gittik. kadıköy migros'un oralarda bir yer. gerçekten diğerleri fal değilmiş onu anladım. ya da asıl bu fal değildi, resmen bambaşka bir şeydi.
neydi bilmiyorum ama şu bir gerçek ki beni gerçekten çok etkiledi. hem de bayağı çok. ardından çıkıp ilayda'yla bir yerde tatlı yemeye gittik yine ve kritiğini yaptık. ona bakan o kadar etkileyici değilmiş ama benimkisi bir değişikti gerçekten. kızın bana söylediği her şeyi ilayda'ya bir bir anlattım. o da bir dahakine benimkisine gelmeye karar verdi. 

sonuç olarak da uzzuuunnca bir konuşmadan sonra yine yeni bir sayfa açmaya karar verdik ama bu sefer farklı olacak diye söz verdik. bu sefer gerçekten farklı olacak.

söz söz söz!






bugün 5 ocak! :)

2 Ocak 2012 Pazartesi


aslında kitap ayraçlarımı filan anlatmak istemiştim ama malesef ki pms geliyorum demiyor kapıya kadar dayanıyor. sonra gelsin nefretler, gitsin gereksiz öfkeler; gelsin buluttan nem kapmalar, gitsin iki göz iki çeşme ağlamalar; gelsin sivilceler, gitsin bitmiş nutella kavanozları..

# gece pms yattım zaten ama sabah mutlu olacağıma söz vermiştim üstelik çok da hevesliydim. sonra hüm uyandırdı beni. ben birlikte kahvaltı filan yaparız zannederken o meğersem sevgilisinin evine gidecekmiş kahvaltı için. normalde bile kıçımı dönüp yatamam zaten. pislik gelir aklıma "bok yesin" derim, ondan sonra kıçımı dönüp yatarım. ama öyle olmadı tabi. aklıma direk o gelince hemen gözlerim doluverdi. sonra ben de çektim yorganı ağladım. hüm "neyin var?" diye sorunca da birden "rüyamda pisliği gördüm." deyiverdim gitti. görmedim aslında rüyamda filan. ama yerdeki halının sol üst tarafındaki anlamsız ve bir türlü geçmeyen bir lekeden bile onun herhangi bir şeysini hatırlayabilirim ben; rüyamda görmeme ne gerek var ki? ayrıca da onlar bizim de hayallerimizdi. :'(
(tam bu sırada the cranberries - linger çalması evren'in 'ağzına sıçtım ama daha çok da sıçabilirim' mesajından başka bir şeyse de ben bilmiyorum.)
off neyse bu konudan sıkıldım.

# sağ bileğim sakat olduğu için kullanamıyorum üstelik bölümüm psikoloji ve sürekli bir şeyler yazmak zorundayım. o yüzden de derslerde babamın yüzbinmilyon yıllardır yaptığı kötülüklerin günahını çıkartma fırsatı yakaladığı için aldığı macbook air ile not tutuyorum. bileğimde de altı üstü demir olan siyah bir şey takılı hep yazı yazarken. bileğimin hareketini engellemesi için. bu hiç hoş bir şey değil. hele benim gibi yazmayı çok seven ve kendini bildi bileli yazarak çalışan bir insan için hiç hiç değil. ama bazı insanlar resmen bunu artistlik için yaptığımı zannediyorlar. şu bir gerçek ki hiçbiri zerre kadar umrumda değil ama en sevdiğim hoca hakan hoca'nın da öyle düşündüğünü bana böylesine çaktırması -hele de ben pms'ken- hiç hoş değildi bi kere! :( canımımın acısına mı yanayım hakan hoca'ya mı yanayım bilemedim.

# hüm için pilav ısıtıyordum ki parmağımı azıcıcık yaktım ama çok azıcıcıcık. ama şimdi kıpkırmızı ve çok canım acıyor. gerçekten.

# aklıma nerden esti bilmiyorum ama kopmak üzere olan ilişkimizin düzelmesini gerçekten çok istemiştim. büşra'dan söz ediyorum. damla'yla zaten iyiydik yine de; şimdi bence ikisiyle de sandığım kadar iyi değilmiş. ben normal sevdiğim insanlara bile "sınavlarım başlıyor çok yoğunum, kafamı kaşıyacak vaktim yok, zaman kaybetmemek için tuvalete gitmiyorum" edebiyatı yaptıktan sonra istanbul'un öteki ucuna gidip bir de nispet yapar gibi etiketlemem yani en azından.

metis yayınlarının 2012 ajandasını almıştım hem de çok beğenerek ama sadece benimkisine ocak ayını basmayı unutmuşlar. bu ne allaşkına?

# kendimi yalnız hissetmemin bir sonu olmalı bence. o ikisini saymıyorum zaten ama engellenemez bir şekilde hüm, sem ve ilayda'dan bir şeyler bekliyorum sanırım. ece temelkuran'ın kitabında okumuştum:

"biri en fazla magmasını geçer diğerinin
sıra çekirdeğe gelince.. "


o yüzden o pisliği çok özlüyorum işte.
bok yesin.

pms olduğum için böyle hissettiğimi biliyorum ama yine de bunun geçici bir duygu olduğunu bilmek geçeceğine inanmak anlamına gelmiyor. sanki dünyanın en yalnız, en mutsuz, en parasız, en şanssız, en karnı ağrıyan, en beceriksiz, en aldatılan, en... insanı ben gibiyim.
kadın olmak çok zor.

ama blog iyi ki var.

işte böyle.