31 Ocak 2013 Perşembe

yeniden merhaba blog!




sonunda sınav haftasını kazalı belalı da olsa atlattık. nefret ediyorum sınav haftalarından. (hadi ya halbuki herkes bayılıyodu)

geçen sene dersimize girmeye başladığından beri içten içe inanılmaz büyüklükte bir hayranlık beslediğim bir hocam var. bu sene de giriyor dersimize artık okulların açılmasını of hadi okullar açılsa da hakan hoca'nın dersine girsem bi dersini dinlesem diye istiyordum ama bu dönem resmen hiçbiri elimde olmayan sebeplerden dolayı 1 kerecik bile giremedim adamın dersine. nasıl utandım nasıl sıkıldım anlatamam. hiç gidemedim yanına, hiç konuşamadım. eminim fark etmemiştir bile tabi. ama nasıl mükemmel bir adam. bazen blok yapıyodu mesela dersleri o kadar uzun başkasına hayatta katlanamam ona onun derslerini hep hayranlıkla, can kulağıyla dinlerdim. inşallah 2. dönem bi aksilik olmaz da girebilirim. ama bugün biri seneye okuldan gideceğini söyledi çok inanmak istemedim. umarım gitmez. gitmez gitmez.

neyse işte geçen gün twitter'da hesabı olduğunu öğrendim hemen follow'ladım. ardından o da beni follow'ladı. sonra bugün ben birkaç tweet attıktan sonra bana direct message attı. "iyi yazıyorsun, devam..." dedi bana :)))) hatta sonra da "140 karakterin icinde bile dinamik ve enerjik kalabiliyorsan, ustune gitmelisin...var bisiler bence..." dedi. HAKAN HOCA BENİ ÖVDÜ DUYUYONUZ MU İNSANLAR??? ay ansı evin içinde hoplayıp zıplayıp koşturmaya filan başladım sevinçten yerlere göklere sığamadım. zaten kendi kendime yeni kararlar almıştım (yine mi?:/) hakan hoca da öyle deyince daha çok gayretlendim.

daha dolu yaşamaya karar verdim. kitaplarla daha iç içe, yeniden barışarak. yeniden kitaplara sarılıp uyuyan kız olayım istedim. film izleyeyim biraz daha, biraz daha resim yapayım, biraz daha yazayım istedim. yazılarımla ilgili kendimi hiç öyle düşünmemiştim gerçekten ama bunu bana söyleyen ilk insan olmadığı için bu işin üzerine de eğilmeye karar verdim. yani karar verdim vermesine ama insan nasıl yazı antrenmanı yapar, nasıl geliştirir bilmiyorum. tahminimce yaza yaza. ben de daha çok yazacağım bundan sonra inşallah.

tatil için yoğun bi programım oldu sanırım. ama şahane de oldu :) ayrıntılarıni sonra yazarım artık. bu aslında çok kısa olacağını planladığım bi giriş yazısıydı da yaza yaza bitiremedim. yaa öyle işte. ben şimdi bici bici yapıp, sonra da kitabımı okuyup yatacağım hemen. yarın da napsam acaba. çok uyumayayım de mi. taksim'e gideyim de belki birkaç bir şey alırım. öncesinde de okula uğrayıp kütüphaneci kadına yalvarırım. of. neyse. önce bir şeyler yiyeyim de öyle banyo yapayım. e sonra zaten sabah oluyor. belki de hiç uyumadan çıkarım. errrkenden GO GO GO TAKSİİİMMM :))



ooooollleeeeeeeyyyyyyy

17 Kasım 2012 Cumartesi

çocukların ölmesine izin verme Allah'ım. masum insanların ölmesine izin verme.

13 Kasım 2012 Salı

bazenleri.




çok çaresiz hissederiz. ne yapacağımızı bilemeyiz. yaşadıklarımız bizi büyük yanlışlıklar yapmaya sürükler ve işte o zaman doğruyu bilmenin ağır yükünü hissederiz.

Allah'ım, ne kadar da ağır...

3 Kasım 2012 Cumartesi

bi keresinde.

tren bekliyorduk. 2 kişiydik ama bazen başkaları yanınızdayken de yalnız kalırsınız. neyse. orası gerçek bir tren istasyonu, tıpkı filmlerdeki gibi; eski. karşıda yol boyu yaprakları kurumaya başlayan upuzun ağaçlar var ve kuru yeşil yaprakların arasından deniz görünüyor. öyle güzel ki. rüzgarın yaprakları hışırdatması bir de, o da çok güzel. rayların aralarındaki taşlar, onlar da çok güzel. öyle anlarda bütün güzelliği tamamlayabilmek için belki de, yan yana oturan mutlu bir çift muhakkak olur ve onlar da çok güzel. elif de çok güzel. beyaz tenli ve bol yanaklı. yan tarafta tek başına oturan yaşlı bir amca. zamanını kaldırımlarda oturup insanların para atmasını beklermiş gibi bir hali var. üstü başı kir içinde ve yırtık. elinde uzun bir baston. yüzü de çok kirli. ama o da çok güzel. "çocukluğunu bilirim ben bu tren istasyonunun" der gibi bi bakışı var ama sanki tren istasyonu dünyanın en bahtsız çocukluğunu geçirmiş; öyle bir bakış. çok güzel bir bakış. her şey çok güzel ve herkes. uymayan tek bir  parça var. hep sığmaya çalışıyor ama olmuyor bir türlü. küçük belki. ya da büyük geliyor. içi sığmıyor. içini sığdıramıyor bir türlü. belki de herkes böyledir. belki de birinin daha cesur davranması gerekiyorsa birilerinin bıyık altı kikirdemeleri pahasına o cesareti gösterip o kişi olmalı ve amcadan başlayıp insanların hepsiyle konuşmak gereklidir.

"çocukluğunda gerçekten çok mu acı çekti tren istasyonu amca, babası hiç sevmedi mi onu? yoksa bakışlarınızı mı anlayamadım ben? anlayamıyor muyuz birbirimizi? neredeyse yan yana oturuyoruz ama hissedemiyor muyuz? siz miydiniz yoksa tren istasyonu çocukken çok acı çeken? siz ona sarılmadınız da o mu size sarıldı yoksa?"

"içimde bir şey var; anlatmayı bile beceremiyorum. benden öyle büyük ki. bana kendimi öyle şımarık hissettiriyor ama onu umursamayıp gülerek hayatımı devam ettirmeye çalıştığımda da öyle yakıyor ki canımı dikkat çekebilmek için. size de oluyor mu?"

ben şımarık değilim oysa ki. evin en küçüğü değilim. tek kardeş hiç değilim. aldırmadan gülebiliyorum üstelik. ama içimi acıta acıta inadına canımı yakmasa...

aah. tren istasyonu. rahatsız ettiysem, afedersin.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

687291023745672851923 tane şey birikti ama zerre kadar yazasım yok. içime içime biriktirip bir gün patlayacağım zannımca. neyseki tivitır filan var.

18 Haziran 2012 Pazartesi

salak gibi özlemek, hâlâ deli gibi sevebilmek filan değil bu; başka bir şey. nitekim öyle bir insanı sevebilmem ve özleyebilem mümkün değil, değil mi? ama başka bir şey var işte. belki iyi bir şeyler yaşama özlemi; ama içimi acıtan, ama beni ağlatabilen, ama kendimi "keşke bunları yapmasaydı da karşılaşınca boynuna sarılıp ağlayabilseydim" diye düşünürken bulunca kendime sövdürten. biraz kızgınlıkla karışık. içimize sine sine özleme hakkımızı elimizden almasaydılar bari mesela. kendimizi 1 sene sonra hâlâ bu kadar çaresiz hissetmeseydik.

17 Haziran 2012 Pazar


biz bangır bangır anneler günü babalar günü kutlarken bir yerlerde insanlar bizim her kutlamamızda annelerini babalarını kaybetmenin acısını bir kere daha yaşıyorlar. biz etrafa sevgi neşe mutluluk dağıttığımızı zannederken aslında bazılarının sadece canı yanıyor / canlarını yakıyoruz.

öyle bir dünya işte. garip.