hiçbir zaman iyi yazdığım hissine kapılarak yazmadım. benim için yazı yazmak kaka yapmak gibi. o yüzden de kabız olmamak için yazmak zorundayım.
17 Kasım 2012 Cumartesi
13 Kasım 2012 Salı
bazenleri.
çok çaresiz hissederiz. ne yapacağımızı bilemeyiz. yaşadıklarımız bizi büyük yanlışlıklar yapmaya sürükler ve işte o zaman doğruyu bilmenin ağır yükünü hissederiz.
Allah'ım, ne kadar da ağır...
3 Kasım 2012 Cumartesi
bi keresinde.
tren bekliyorduk. 2 kişiydik ama bazen başkaları yanınızdayken de yalnız kalırsınız. neyse. orası gerçek bir tren istasyonu, tıpkı filmlerdeki gibi; eski. karşıda yol boyu yaprakları kurumaya başlayan upuzun ağaçlar var ve kuru yeşil yaprakların arasından deniz görünüyor. öyle güzel ki. rüzgarın yaprakları hışırdatması bir de, o da çok güzel. rayların aralarındaki taşlar, onlar da çok güzel. öyle anlarda bütün güzelliği tamamlayabilmek için belki de, yan yana oturan mutlu bir çift muhakkak olur ve onlar da çok güzel. elif de çok güzel. beyaz tenli ve bol yanaklı. yan tarafta tek başına oturan yaşlı bir amca. zamanını kaldırımlarda oturup insanların para atmasını beklermiş gibi bir hali var. üstü başı kir içinde ve yırtık. elinde uzun bir baston. yüzü de çok kirli. ama o da çok güzel. "çocukluğunu bilirim ben bu tren istasyonunun" der gibi bi bakışı var ama sanki tren istasyonu dünyanın en bahtsız çocukluğunu geçirmiş; öyle bir bakış. çok güzel bir bakış. her şey çok güzel ve herkes. uymayan tek bir parça var. hep sığmaya çalışıyor ama olmuyor bir türlü. küçük belki. ya da büyük geliyor. içi sığmıyor. içini sığdıramıyor bir türlü. belki de herkes böyledir. belki de birinin daha cesur davranması gerekiyorsa birilerinin bıyık altı kikirdemeleri pahasına o cesareti gösterip o kişi olmalı ve amcadan başlayıp insanların hepsiyle konuşmak gereklidir.
"çocukluğunda gerçekten çok mu acı çekti tren istasyonu amca, babası hiç sevmedi mi onu? yoksa bakışlarınızı mı anlayamadım ben? anlayamıyor muyuz birbirimizi? neredeyse yan yana oturuyoruz ama hissedemiyor muyuz? siz miydiniz yoksa tren istasyonu çocukken çok acı çeken? siz ona sarılmadınız da o mu size sarıldı yoksa?"
"içimde bir şey var; anlatmayı bile beceremiyorum. benden öyle büyük ki. bana kendimi öyle şımarık hissettiriyor ama onu umursamayıp gülerek hayatımı devam ettirmeye çalıştığımda da öyle yakıyor ki canımı dikkat çekebilmek için. size de oluyor mu?"
ben şımarık değilim oysa ki. evin en küçüğü değilim. tek kardeş hiç değilim. aldırmadan gülebiliyorum üstelik. ama içimi acıta acıta inadına canımı yakmasa...
aah. tren istasyonu. rahatsız ettiysem, afedersin.
"çocukluğunda gerçekten çok mu acı çekti tren istasyonu amca, babası hiç sevmedi mi onu? yoksa bakışlarınızı mı anlayamadım ben? anlayamıyor muyuz birbirimizi? neredeyse yan yana oturuyoruz ama hissedemiyor muyuz? siz miydiniz yoksa tren istasyonu çocukken çok acı çeken? siz ona sarılmadınız da o mu size sarıldı yoksa?"
"içimde bir şey var; anlatmayı bile beceremiyorum. benden öyle büyük ki. bana kendimi öyle şımarık hissettiriyor ama onu umursamayıp gülerek hayatımı devam ettirmeye çalıştığımda da öyle yakıyor ki canımı dikkat çekebilmek için. size de oluyor mu?"
ben şımarık değilim oysa ki. evin en küçüğü değilim. tek kardeş hiç değilim. aldırmadan gülebiliyorum üstelik. ama içimi acıta acıta inadına canımı yakmasa...
aah. tren istasyonu. rahatsız ettiysem, afedersin.
14 Temmuz 2012 Cumartesi
18 Haziran 2012 Pazartesi
salak gibi özlemek, hâlâ deli gibi sevebilmek filan değil bu; başka bir şey. nitekim öyle bir insanı sevebilmem ve özleyebilem mümkün değil, değil mi? ama başka bir şey var işte. belki iyi bir şeyler yaşama özlemi; ama içimi acıtan, ama beni ağlatabilen, ama kendimi "keşke bunları yapmasaydı da karşılaşınca boynuna sarılıp ağlayabilseydim" diye düşünürken bulunca kendime sövdürten. biraz kızgınlıkla karışık. içimize sine sine özleme hakkımızı elimizden almasaydılar bari mesela. kendimizi 1 sene sonra hâlâ bu kadar çaresiz hissetmeseydik.
17 Haziran 2012 Pazar
öyle bir dünya işte. garip.
o kadar şeyi yaptı yaptı yaptı, hepsi de yanına kaldı, şimdi de hiç gocunmadan çekinmeden istanbul'a geldi sevgilisiyle fink atıyor. buraya kadar herkese göre normal; ama süheylâ eyvah ya görürsem ya karşılaşırsak bunalımına girince bıdı bıdı. garip olan benim kafama takmam değil, onun sanki 3 sene birlikte olmamışızcasına rahat davranması. ilayda da istanbul'da olmadığı için kimseyle konuşamıyorum çünkü şu bir gerçek ki insanlar başlarına gelmeyen şeyi asla anlayamıyorlar fakat anlayamamakla kalmayıp yargılamaktan ve moral bozmaktan da hiç çekinmiyorlar. içimize içimize atmak zorunda olmamız çok kötü. 15 gün mesajlaşıp sevgili bile olmadığı bir çocuğu unutamayan kızlar karşımıza geçip "NAPALIM ÜZÜLMİCEKSİN KABULLENCEKSİN O MUTLU OLDU YAPTIKLARI DA YANINA KALDI AMA SENİN KADERİNDE BOKU YEMEK VARMIŞ ARTIK SURATINI ASMAKTAN VAZGEÇ VE EĞLEN BİRAZ" dediğinde böyle suratlarına okkalı bi tokat yapıştıramamak çok kotü. yapabileceğimiz bazen sadece en yakındaki tuvalete kapanıp ağlamak, sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden insanların arasına çıkıp güç gösterisi yapmak.
EVET O KADAR GÜÇLÜYÜM Kİ FERİŞTAHI GELSE BENİ YIKAMAZ HEYO HAVALAR DA ISINDI ARTIK HAYAT BANA GÜZEL DOSTLARIM GEZİYORUM VE EĞLENİYORUM ALPER'LE ŞILLIK SEVGİLISİNİ GÖRÜRSEM DE GÜLER GEÇERİM ÇOK DERT DEĞİL MİDE AĞRISINDAN UYUYAMAMAK GİBİ BİR PROBLEMİM DE YOK; KAFAYI YASTIĞA KOYAR KOYMAZ UYUYORUM VE ALIŞVERİŞ YAPMANIN BENİ MUTLU ETMESİNE İZİN VERİYORUM MUTLULUĞUMA NAZAR DEĞMESİN DİYE DE BEYNİMİN DÜŞÜNME FONKSİYONUNU ASLA KULLANMIYORUM YİYİP İÇİP EĞLENİYORUM SADECE GÜLÜYORUM AYAKTA UYUTULMUŞ OLMAK VE BANA YAPILANLAR HİÇ AĞRIMA GİTMİYOR, HAZMETME SIKINTISI DA ÇEKMİYORUM.
ÇOK MUTLUYUM.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)